27 Ekim 2014 Pazartesi

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? EDİRNE

Güzel şehir EDİRNE....

Nasıl güzel bir huzur verdi, nasıl hoş bir tat bıraktı kalbimizde..
Bu şehre girerken mutlu oluyor insan.. yadırgamıyor.. yabancılamıyor.. İlk defa değilde hep gider ziyaret eder gezermiş gibi.. Biz çok sevdik seni EDİRNE :)

İstanbul'dan sabah yola çıktık saat 8 gibi. Kendi aracımızla gittik. Yollar güzel ve pazar günü olmasına rağmen oldukça tenhaydı. 3 saatte vardık Edirne'ye. Girerken bir müze dikkatimizi çekti (sağlık müzesi). Dönüşte uğramaya karar verip merkeze yöneldik. Herhangi birine Selimiye camiiyi sorsanız ki herkes gerçekten çok cana yakın ve yardım sever, civarında özel otopark mevcut. Aracı bırakıp  hemen camiye geçtik. Camiye girişindeki müze dikkatimizi çekti. Hemen girdik(müze kart geçerli ya da maximum kart). Küçük ama çok güzel bir müze. birkaç fotoğraf paylaşayım hemen..
Mimar Sinan çok gerçekçiydi.. Bayıldım.. Eski Kur'an, dokumacılık, silahlar, takılar ve en etkileyici olanı da üzerinde hala kan lelekeleri bulunan sancaktı. Kırkpınar yağlı güreşçilerinin (çook eski) fotoğraflarının bulunduğu bir oda da vardı..Buram buram tarih kokan bir müze..

Çıkış hemen Selimiye Camii nin bahçesine geçmenizi sağlıyor. Muhteşem bir cami. Esasında daha çok vakit geçirip inceleyip araştırmak isterdim. Biz genel olarak görüntüsünde büyülendik ama kimbilir neler gizli bilemediğimiz. Gerçekten büyüleyici..

                                                                                                                                      
Camide dualarımızı ettikten sonra karnımızda hafif acıkmaya başlamışken, meşhur arasta çarşısını gezip yemek faslına bi çabuk geçmek istedik :) bi dolu hediyelik eşyalar vardı.. Biz her zamanki gibi şehir magnetimizi aldık. Yanında Edirneye has aynalı süpürge magnetini de aldık.Nedir diye sorduk.. gelinler içinmiş..Süpürgenin üzerindeki ayna ile temizlik yaparken kayınvalidelerini gözetlerlermiş:) Bir de cennet kokusu diye ismi olan küçük sabuna benzer kokulardan aldık. ilginçti kokusu.. Farklı ..Tavsiye ederim.. Eğer hediyelik bir şeyler almak isterseniz sepet içinde meyve şekilli sabunlar çok hoş. Oldukça da uygun fiyatları. 3 tanesi 10 lira idi sanırım.
Ve işteo müthiş an.. YEMEEEK... CİĞEEER.... :)
Şunu belirtmek isterim ciğeri hiç ama hiç sevmem ve yemem. Eşimin zorlaması ve ciğere benzemediğini anlatabilmek için ettiği yeminler ile edirne ciğerinin tadına bakmıştım bi restaurantta. Tabi Edirnede değildi. Beğenmiştim.. Hatta baya beğenmiştim.. Şimdi asıl yerinde yiyecek olmanın verdiği heyecan müthişti :)
Çok meşhur ve güzel olduğunu duyduğumuz CİĞERCİ NİYAZİ USTAyı aramaya koyulduk. Hemen arastanın çıkışıymış, kolay ulaştık :) Önemli bir uyarı; burada yalnızca ciğer var..Bizim bir arkadaşımız daha vardı yanımızda, ne kadar ısrar etsek de ikna edemedik ciğer yemeye.. İlk önce başka bir şeyler bulup biz ciğer yemeye öyle geçecektik ki; Ciğerci Niyazi Usta çalışanları eğer ciğer yemeyecek kişi bir kişi ise dışardan köfte söyleyebileceklerini söylediler. Bu fikre bayıldık çünkü hep beraber yemek yiyebilecektik.. Ciğerleri sipariş ederken bir de ne göreyim; TRİLİÇEEEEEEE :) evet bu müthiş, harika, muthemeşem,acayip bir tatlı.. Galiba ciğerden daha çok tatlıya sevindim. Traliçe 3 farklı sütten (koyun,keçi,manda) yapılan bir tatlı.. Enfes bir tatlı... Ciğer de tatlı da çok güzeldi.. Mutlaka bulun niyazi ustayı..Buyrun fotoğrafları :)
Yemek sonrası camileri gezmeye devam ettik. İlk önce ESKİ CAMİ ye gittik. Yürüyerek.. Her yer çok yakın birbirine.. Eski camide kabenin duvarından bir taş muhafaza ediliyormuş. ve oradaki bir bölümde kılınan namazlarda edilen dualar geri çevrilmezmiş.Biz dua edemedik.. Taşı da göremedim maalesef :(
ESKİ CAMİ sonrası ÜÇ ŞEREFELİ CAMİye gittik. Minareler çok farklı..Farklı motiflerde..Nasıl yapılmıştır acaba demekten alıkoyamıyor insan kendini.. 
Herkesin bahsettiği Meriç e inme vakti geldi.
Yürümek istedik, uzak olur dediler. Yol üstünde faytonlar var. Hem ulaşımı sağlıyorlar hem de tur yapıyorlar. Fiyatları farklı. Kısa tur 30 , uzun tur 45 tl idi sanırım. Ama tam hatırlayamıyorum :/ Biz ilk önce HASAN SEZAİ TÜRBESİ ne gitmek istedik. o civardaydı.. Faytoncu amca telefon numarasını verdi. Türbe çıkışı bizi alacak Karaağaca indirecekti. Tam türbe köşesini dönecekken tam ortada bir sürü bisiklet gördük. Bisiklet kiralama alanıydı. Alabildiğine bisiklet.. Bisiklet kiralayıp Meriç e iniliyormuş. Türbeyi es geçerek hemen bisiklet kiraladık ve Karağaca doğru gitmeye başladık. Kesinlikle tavsiye etmiyorum. Sakın bisiklet kiralamayın..Yürüyün, taksiye binin, fayton tutun ama bisiklet ile inmeyin!!! 
Birincisi yol çok dar özellikle köprü üstleri. Arabalarda köprüleri kullanıyor ve ancak iki araba sığabilecek genişlikte. Müthiş stres oluyorsunuz çünkü siz köprünün üzerindeyken arkanızdan gelen araçlar sizi beklemek zorunda ve muhtemelen hoş şeyler söylemiyorlardır o korna gürültülerinde :S
İkincisi yollar arnavut kaldırımı ya da onun gibi ve birazda bozuk. Canınız gerçekten çok yanıyor.
Üçüncüsü bisikletçileri kötülemek istemem ama verdikleri bisikletlerin % 80 i bozuk oluyormuş ki bir tanesi de bize denk geldi. Bildiğin eziyet..Bisiklet taşıyoruz elimizde. LOZAN ANITIna kadar elimizde taşıdık bisikletleri.İçeri bisikletlerle giremiyorsunuz. Girişte GAZİ amca var(kendini öyle tanıttı bize),tekerlekli sandalyede..Giderseniz ve yine de bisiklete binerseniz lütfen bisikletlerinizi ona emanet edin..Hayatta artık tek işe yaradığı konunun bu olduğunu düşünüyor..Çok üzücüydü ama bir o kadar tatlı ve iyi bir amcaydı..Lozan Anıtının orada ki tren fotoğraf için güzel bir alan.. E tabi o uzun yolu elimizde bisiklet ile dönemeyeceğimiz için ben bozuk bisiklet ile taksiye binerek kiralanan yere gidip bizimkileri bekledim. bisikletlerden kurtulup arabamıza gitmeye karar verdik. Çünkü baya bir zaman kaybetmiştik. Tabi çok çok önemli bir şeye sıra geldi. Keçecizadeden kavala kurabiyesi almak :) Yol üzerinde birkaç tane dükkana rastlıyorsunuz. Hepsi aynı. Herhangi birinden alabilirsiniz.. Müthiiiiişşşşşş.. Sakın almadan dönmeyin..Badem ezmesi de başarılı..
Arabayı alıp türbeye gitmek istedik.. HASAN SEZAİ TÜRBESİ bizi çok etkiledi..Atmosferi bambaşka..Harika..
Girişteki müzeye gitmeye karar verdik ancak ilk önce aramak istedik kaça kadar açık olduğunu öğrenmek için.. son ziyaretçi 17:00 da alınıyormuş. Yetişmemiz imkansızdı. Ama o kadar çok kişi bahsetti ki.. Zamanında buradaki tedavi şekli müzik, su sesi ve güzel kokularla yapılırmış. Kesinlikle görülmesi gereken bir yermiş ama biz yetişemedik. Sonrasında aslında çok da sevindik çünkü edirneye tekrar gelmek için önemli bir bahanemiz oldu :)
Madem müzeye yetişemedik ki size tavsiyem ilk önce müzeleri gezmeniz,sonrasında camilere ve Karaağaca inmeniz; o zaman dedik Meriçin keyfini sürelim.. İyi ki de demişiz.. O nasıl güzel manzara.. O ne tatlı bir huzur..

    LALEZARa gittik bu manzara için.. Kahvesi de güzeldi manzarası da..
Edirne gerçekten bambaşka bir şehir.. Gidin.. En kısa zamanda..
Yine tadı damağımızda kalan bir şehir daha...

24 Nisan 2014 Perşembe

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? KAPADOKYA (NEVŞEHİR)

güzel bir harita çizdik bu gezi için.. esasında tavsiyem bu olacak gezilecek yerler dışında. 2 yer var kapadokya yolunda mutlaka uğranması gereken. TUZ GÖLÜ ve HACIBEKTAŞ. biz giderken Tuz Gölüne dönerken Hacıbektaşa uğradık :) tabi arada da bir sürü yer..eğer kendi aracınız ile yolculuk yapacaksanız kaçırılmaması gereken noktalar var. o zaman başlamak lazım anlatmaya :)

ilk durak TUZ GÖLÜ. benim beyaz alanlara( uçakta bulutlar, pamuk tarlaları, travertenler,pürüzsüz kar vb :)) hayranlığım inanılmaz derindir. müthiş istiyordum tuz gölünü görmeyi çünkü fotoğraflardan ve özellikle "beyaz melek" filmindeki sahnelerden görülmezse ölünür bir mekandı benim için ancak gidip gördüğümde hayal ettiğimi bulamadım. muhtemelen mevsimsel bir durumdu. çünkü eşim önceki gidişinde her yerin bembeyaz olduğunu ve gölün üzerinde uzunca yürünebildiğinden bahsetmişti.tabi bunlar olmasa da muhteşem; sadece zihinde daha bembeyaz ve uçsuz bucaksız bir görüntü var ya o açıdan yani :) 
girişte cafevari bir yer var, ve ilk etapta anlayamadığınız paralı ayak yıkama muslukları. daha sıcak bir mevsimde gidecekseniz yanınızda havlu bulundurmanız güzel olabilir çünkü gölde yürüyebiliyorsunuz :) tabi ayağınızı rahatsız eden tuzdan ziyade yağ.. evet çok ilginç geldi bana. bayanlar bilir "body scrub"lar vardır cilt için işte onun deryası Tuz Gölü :) zaten girişte hediyelik eşyalar satan dükkanda mevcut paketlenmiş hali. tabi belli ki kimysal işlemlerden geçmiş, geçmiş ki küçük bir kutusu 80 tl gibi bi şeydi yanlış hatırlamıyorsam. varsa yanınızda kabınız direk gölden doldurun bence.. çünkü bir daha gidersem yapmayı düşünüyorum aklım fena kaldı :)
yansımalar müthiş..
o tuzlara vuran güneş, o renk cümbüşü.. 
gidilir, gidilmeli..




KAPADOKYA yolu üzerinde planımızda olmayan (çünkü varlığından haberdar değildik) çok güzel bir yere uğradık şans eseri..zaten peri bacalarının başladığını görüp duruyorsunuz ve bir sürü çocuk sarıyor etrafınızı hepsi rehber :)ufacık çocuklar, nasıl ezberlemişler ve nasıl seriler :) sorun anlatsınlar. yerin adı SELİME KATEDRALİ. biz çok beğendik. müze kart edinmeniz şart bence. bir yer hariç tüm gezeceğeniz alanlarda müze kartı kullanıyorsunuz. Selime Katedralinin girişinde çıkarabiliyorsunuz ki biz de öyle yaptık. Bizimkilerin süresi bitmiş :/ hemen bir foto alalım :)










yine yol üzerinde bir sonraki durak tabi ki IHLARA VADİSİ. oldukça fazla kilisesi var. tabi enfes bir doğa.. kuş sesleri, ağaçlar, çiçekler böcekler :) e bir de inerken kolay gelen çıkarken de başınızı döndüren, nefesinizi kesen merdivenleri var :) siz siz olun yanınızda mutlaka su bulundurun :/alttaki fotoğraflar da Ihlara dan..













ıhlara sonrasında akşam yaklaşmaya başlayınca kapadokyayı gündüz görmek istediğimiz için KAYSERİ ye gidip mantı yemek istedik. gidilmeyebilirmiş, çok da tavsiye etmiyorum. Kayseri çok çok güzel bir şehir bizi çok şaşırttı ama çok da yorucu oldu. araştırdık en güzel mantıyı yiyebileceğimiz yer KAŞIK-La imiş.bana kalırsa girdiğimiz her restaurantta yiyeceğimiz mantı çok güzel olurdu; tıpkı Adana gibi. orada da esnaf lokantalarının, tablacıların herkesin kebabı müthiş ya, meşhur bir yere çok da gerek yok ya.. neyse ama biz gittik. güzeldi. çok minik minik ama sadece minik. şundan emin oldum ki; asla annelerimizin yaptığı o bir kaşığa 2 adet sığan kocaman mantılardan daha güzel değil.. fotoya gerek yok bildiğimiz mantı :)

yemeğimizi yedik söylemesi ayıp pastırmamızı aldık koyulduk yola :) biz ilk gün için yer ayarlamamıştık. beğendiğimiz herhangi bir otele girip kalacaktık çünkü ikinci gün ki otel için çok özenmiştik. GÖREMEye doğru yol aldık. en yakın ÇAVUŞİN KÖYÜne rastladık ve girdik, otel aramalarına başladık. biraz uğraş sonrası güzel bir otel bulduk. ama işin garip yanı adına dair herhangi bir hatıra almamışız ve fotoğraf çekmemişiz.adının olduğu fotoğraflar yok ama o odasından büyük banyosunun, banyosunda hem hamamı hem duşu hem küveti olan odasının fotosunu çekmişim Allahtan. ben beğendim.. sabah otelden çıkınca hemen iki adım ilerideki ÇAVUŞİN KLİSESİ ne de uğradık.içeride fotoğraf çekmek yasak.. peşinizde adamlara geziyo sizi engellemek için :S

GÖREMEye geçtik çavuşin köyünden. GÖREME Açık Hava Müzesi mutlaka gezilmeli. bir iki saatinizi alıyor her yere bakmak isterseniz; ki biz bakmak istedik sizde isteyin.. yemekhaneleri ve kiliseleri oldukça ilginç.

bir kahve içip dinlenmek için Göreme merkeze gittik. hediyelik eşyalar satan yerler ve cafeler oldukça fazla. şöyle en terasından ve en manzarılısından bir tane bulduk ve içtik türk kahvelerimizi.

biraz dinlendikten sonra UÇHİSAR KALESİ ne çıktık. çıkmasak da olurmuş. ya tabi gidince oralara bir de duyulmuş bir yer ise gidilecek yer, "hani buralara kadar geldik, görmeden gitmeyelim. oraya da bir bakalım" diyor insan. ama çok beğendiğim söylenemez. zaten içten merdiven yapmışlar :/




tüm bu gezmeler boyunca şapkalı peribacalarını göremiyorsunuz. insanlara soruyorsunuz (yerli halkına) bilmiyorlar, ya da sanırım ÜÇGÜZELLER di isimleri, 3 tane yol kenarında büyük peribacaları var, onları söylüyorlar. ki bu sebeple bir kaç defa aynı yere de gitmedik değil hani..ama daha öncesi için ben de hatırlıyorum eşim de (eşim 5 yıl önce bense 20 yıl önce falan gitmiştim) şapkalı peribacaları çok çok fazlaydı. hatta bir yerde sadece onlardan vardı. umudumuzu kaybettik ve başka yerlere yönelelim dedik ki bir tabela ZELVE PERİ BACALARI. gittik ve ufak ufak da olsa orada bulduk aradıklarımızı. çoğunun şapkası düşmüş ne yazık ki :( ama o kadarı bile yetti bize.

güneş batmadan bir yer daha var mutlaka gidilmesi gereken. KIZIL VADİ. ama tam gün batımında orada olunmalı. alın çayınızı, kahvenizi, şarabınızı, oturun uçurum kenarındaki sedirlere izleyin KIZIL VADİyi. nefes alın..huzur bulun..hayatı durdurun..unutun..sadece izleyin..

güneşi de batırdıktan sonra en önemli kısma otelimize geldi sıra. AYVALI köyü yakınlarındaydı otelimiz. ÖYKÜ EVİ CAVE HOTEL. kapadokya ya gidecekseniz burada kalmadan dönmeyin..lüütfen :) tam bir mağara otel. zaten gelmeden internetten çok araştırmıştık. butik otel. az sayıda odası var. oda numarası yok oda rengi var. sanırım yalnız bir standart odası var. geri kalan odalar suit ve balayı odaları. biz BEYAZ ODA da kaldık (internetten araştırdığımda da en güzeli beyazdı, gidip gördük ki gerçekten en güzeli yine beyaz:) )
oda harika, oda müthiş.. bakın...
o kadar güzeldi ki..anı defteri var sehpanın üstünde birkaç yorumu okumak istedim. ve en beğendiğim yorum şuydu "ilk defa internet sayfasındaki resimlerinden daha da güzel çıkan bir otelle karşılaştım". gerçekten de öyleydi. tabi benim fotoğraflarım yatak odasının yanından bir tünel olup, o tünelden geçerek banyoya girildiğini (tabi yürüyerek.hani tünel diyince küçük bi şey gelmesin aklınıza. tüp geçit midir adı.değil değil bağlantı işte.bir odadan çıkıp başka odaya geçmek gibi..amma zorlandım :) ) anlamak mümkün değil. o yüzden siz sitesine bir bakın.. otele yerleştik ama yemek saatini geçirmiştik. bu sebeple tekrar göremeye inmemiz gerekti. zaten nerede yiyeceğimizi gözümüze kestirmiştik. çünkü meşhur yemekleri vaaar :)

aslında müthiş bir restaurant var. biz gittiğimizde yemek saatini kaçırmıştık. çünkü bilmiyorduk. ama siz kaçırmayın çünkü harika. saat 16:00 da yemek veriyorlar..peribacasının içini restaurant yapmışlar :) sedirler, alçak masalar. HANODASI RESTAURANT. 2 farklı yerde yiyebilirsiniz burada yemeğinizi..


neyse biz burada yiyemedik yemeğimizi ama olsun.. bi daha ki sefere artık :/ biz OLD CAPPADOCIA CAFE&RESTAURANTa gittik yemek için. çünkü kahve molasında araştırmıştık. ve meşhur TESTİ KEBABI nı ve TESTİDE FASULYEyi  burada yiyebileceğimizi öğrenmiştik. ben hiç yememiştim öncesinde testi kebabı. ilginç geldi. başka masalara verirlerken görmüştük ve çok küçük gelmişti gözümüze. birde extra testide fasulye istedik. hatta garson bitiremeyeceğimizi söyledi ama biz de kesin doymayacağımızı :) ama gerçekten aldanmayın.. testinin kırılan yerinin çok daha altında derinb ir yuvası da var ve gerçekten çok doyuruyor. fasulyeyi bitiremedik.. zaten hiç de beğenmedik..ama kebap miisss :)


tekrar otelimize döndük.. sabah kahvaltı zayıftı. hemen yiyip yola çıktık. kapadokyaya gelirken gördüğümüz yeraltı şehirlerini dönüşe bırakmıştık ki nitekim de öyle oldu. ilk olarak DERİNKUYU YER ALTI ŞEHRİ ne gittik. çok güzel ancak solunum zorluğu çekenler bi şey olmaz deyip girmesin muhtemelen olur..çok rutubetli bir değişik..yatak o daları var, oturma odaları..yaşamışlar işte o taşlarda.. hmm bir de soğuk aşağılar,üstünüze bir şey almadan inmeyin ;) derinkuyunun halkı çok sıcak.. ne sorsanız ilgileniyorlar ve sizden biri onlar..sanki oraya aitmişsiniz gibi..yeraltı şehrinin çıkışında camiye doğru olan kısımda bebek satan teyzeler var..ama kendilerinin yaptığı bebekleri satıyorlar..ufak ufak , rengarenk.. hemde 1 lira..arka koltuğu doldurdum..kızlar almadan geçmeyin derim..hem çok şirinde hediye oluyorlar ;)
işte bunlar da bebeklerim :)
derin kuyudan önce mi sonra mı tam bilemedim bir de KAYMAKLI YER ALTI ŞEHRİ ni gezdik. zaten yol üzerinde tabelalar yönlendiriyor.

HACIBEKTAŞa yol almaya başladık. yol üzerinde de yer yer kalıntıları görüyorsunuz.. hacıbektaş ta çilehaneleri, müze ve türbeyi gezdik. girişte bir aslan heykeli dikkatimi çekti ağzından su akıyordu. gezimizi bitirip tam arabaya binerken hediyelik eşya satan dükkanlarda irili ufaklı bidonlar gördüm ve sordum. o aslanın ağzından akan su şifalı su imiş. hatta zemzem olduğunu söylüyorlar ama bilemiyorum. almadan olmazdı. ondan da doldurduk :)

karnımız acıktı ve KIRŞEHİR de yemeye karar  verdik. yöresel lezzetler istiyorsanız AĞALAR KONAĞI KÜLTÜR EVİ RESTAURANTI na gitmelisiniz. gerçekten kırşehirin yöresel yemekleri çok lezzetli. ve gittiğimiz yerde yani ağlara konağında eşim ve ben yöresel iki yemek seçtik. ben SULU KÖFTE; eşim KIRŞEHİR TAVA. ve mönüde mezeler vardı onlardan da sipariş vermek istedik. veremiyormuşuz. çünkü zaten ikramlarıymış. çok şaşırdık..hani öyle minik minik tabaklarla da değil..şöyle ki;

seçtiğimiz yemekler dışında ÇULLAMA, PARPILAMA ve ÇİRLEME yi denemiş olduk..çok da hoşumuza gitti..değişik ve güzeldi..

yemek bitimi ile yola devam ettik ve bu gezimizi de bitirdik...
biz kapadokyaya gittiğimizde yani mart 2014 de kapadokyanın  en çok turist aldığı dönemmiş.. yani tüm yılların istatistiklerine göre rekor kırılmış. bu mutlu edici..etrafımızdakilerin %70 i yabancı idi..ama % 30 bile güzel bir başlangıç bence.. artık daha meraklıyız, artık ülkemizdeki güzelliklere karşı daha duyarlıyız... eşim avrupayı gezmiş ve benimle gitmek istediği çok yer var. çok da ısrar etti o zamanlar. ama istemedim. hatta artık istemiyoruz. çünkü ilk önce ülkemizdeki harikaları gezmeliyiz. vatanımın her şehri ayrı hikaye..2 yılda 50 il gezebildik ortalama.. inşallah bu sene bitecek ve o zaman yurt dışına açılıcaz :) ve şundan çok eminim ki hiçbiri ülkem kadar güzel olmayacak..

bizim yaşadığımız ülke gerçekten cennet...










2 Ocak 2014 Perşembe

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? PAMUKKALE (DENİZLİ)

pamukkale...
rüya gibi.. cennet gibi.. huzur gibi.. aşk gibi..
müthiş bir yer.. dünyada görülmesi gereken özel yerlerden biri, hatta en özellerinden biri.. bir şeyler yapmak, bir yerler görmek ise istenen, planların en üst sırasında olmalı kanımca..
şu önemli; gideceğiniz mevsim ne çok soğuk olsun ne çok sıcak.. hatta biraz soğuk da olabilir ama yaz iyi bir seçim olmayabilir. biz şubat ayında gittik ve ne üşüdük ne terledik.. travertenlerde yalın ayak dolaşılıyor mecburen ama şubat ayında o buz gibi travertenler sizi üşütmüyor çünkü kaplıca suyunun aktığı kanallar var ve her üşüdüğünüzü hissettiğinizde o kanallarda o sıcacık sularda ayaklarınızı ısıtıyorsunuz :) şimdi detaylara geçmek lazım :)
biz bir gece kalacaktık ve istediğimiz travertenlere yakın beyaz bir oteldi. çok zorlanmadık,bulduk:) AYAPAM HOTEL beklentilerimizi karşılamaya yetti.. zaten gün boyunca pamukkaleyi geziyorsunuz ve sadece uyumak için odanıza çıkıyorsunuz.. oldukça temiz, güler yüzlü personele sahip yemekleri çok iyi olmasa da karnınızı doyuracak nitelikte şirin bir otel. tavsiye ederim..ücreti çok çok uygun..
odalara eşyalarımızı attık ve hemen keşfe çıktık.. çünkü pamukkaleye girerken travertenleri görüyorsunuz ve cidden bu sizi heyecanlandırıyor. orada bulunmadığınız her an kayıp gibi.. otelden çıkınca küçük bir park var travertenlerin hemen altında.. güzeldi ama orada hiç vakit geçiremedik.. zaten yürüyerek 3 dakikada traverten girişine geliyorsunuz. giriş ücretli. kent kartınız varsa ücretsiz.. ödemeyi yaptıktan sonra ayakkabılarınızla vedalaşıyorsunuz. sırt çantası olursa yanınızda ayakkabılarınızı elinizde taşımak zorunda kalmazsınız. o çantanın içine bir çift çorap ve küçük bir havlu koyarsanız, ayakkabılarınızı giyeceğiniz zaman ne kadar faydalı olduğunu göreceksiniz :)
işte o harika yerden müthiş bir manzara..
hehe karlı oldu ne güzel oldu :)
ufak bir yokuş çıkıyorsunuz, aslında yer buz gibi.. gerçi alışıyor insan bir süre sonra ama.. bazı yerler hamur gibi.. evet böyle bir değişik.. nasıl? işte şöyle..
                                                 
sağdaki fotoğraf bunun kanıtıdır :) ilginç, böyle vıcık vıcık :) ama içinde olmak keyifli. hemen bu cıvıklığın yanında bahsettiğim kanallar var. oturuyorsunuz kenarında ayağınızı bırakıyorsunuz içine, akan su oradan oraya savuruyor ayaklarınız.. öyle güzel sıcak ki..oturduğunuz yerde tam karşısı; şu pamukkale fotoğraflarının klasikleşmiş yeri var ya katman katman üzerinde su bulunan, insanların o suda yüzdüğü yer, evet orası. o da soldaki fotoğraf. kirlenmiş gördüğünüz gibi, insan üzülüyor tabi. suyu açmamışlar. unesco dünya mirasları listesinde yer alan pamukkale travertenleri kararma tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan bazı bölgelerde gezmek yasak. bize müsade etmediler, oraya giremedik.
hemen otelin karşısındaki parkın fotoğrafını da buldum..
 güzel di mi? bence çok çok güzel :)
farklı kapılar var çıkış için.. biz bilmediğimiz sadece yürüdük binbir merak içinde :)
yanlış hatırlamıyorsam ilk önce bir müzeye denk geldik.. bahçesinde mezarlıkların bulunduğu kapalı bir mekan.. içinde yıllar öncesine ait kalıntılar, araç-gereçler olan..


 hepsi birbirinden ilginç kalıntılar... ciddi bir yaşanmışlık hissi. ama bilmiyorsunuz ki daha sizi neler neler bekliyor.. bu gördüklerimiz bile bize çok gelirken :)

müze çıkışı bahsettiğim kapılardan birine geldik. diğer girişe gidebilmek için bekleyen araçlar var. ulaşım onlarla sağlanıyor. biz dört kişiydik ve başkalarını beklemeden araç bizi diğer kapıya götürdü. araç 1 lira bu arada :) ve o kocaman antik kente giriş..
HİERAPOLİS...
kocamaaan bir antik kent.. her yer kalıntı.. özellikle bir yer var sadece mezarlıklar mevcut.. çok fazla ama.. hepsi birbirinden farklı. kemerler, geçitler, sütunlar.. antik kentte; Apollon tapınağı, tiyatro, hamam kompleksi, surlar ve kiliseler mevcut. 
güzel olan bembeyaz bir rüyadan çıkıyorsunuz, kocaman bir tarihe giriş yapıyorsunuz.. garip hisler sarıyor bir anda inanın insanı.. çok başka, bambaşka..


üstteki tiyatro.. ses sistemi harika :) sol taraftaki sütunlar, taşlar.. ve sağdaki mezarlığa giden mistik yol :)


zaten antik şehri gezerken vakit akıyor.. hava kararmaya başlarken çıktık antik kentten. çıkış kapısına yürüdük. dışarıda taksiler var bekleyen. biriyle konuşup otele gidiyorsunuz. otelde yemeğimizi yedikten sonra yine dolaştık sokaklarını pamukkalenin ve sonra yarın için uyumaya gittik :)
ikinci gün kahvaltı sonrası otelden ayrıldık. gezmediğimiz bir iki yer vardı merak ettiğimiz. biri kırmızısu diğeri tabi ki her güzel yerde yaşamış olan kleopatranın havuzları :)
kızılsuya aracımızla gittik. biraz mesafe var. ama cok uzak uzak değil. karahayıt köyünde. 
aslında bir kaç kişiye sormuştuk kırmızısuyu(kızılsu). ve gitmeyin demişlerdi ama ben yoğun baskım sonucu götürmeyi başardım ve sonrasında fark ettim ki orada geçen vakit kesinlikle beyaz travertenlerde değerlendirilmeliymiş. neyse.. kırmızısu levhasının yanındaki otoparka arabanızı park ediyorsunuz ve giriş yolu sizi kırmızısuya götürüyor. ama ilk olarak odalar dikkatinizi çekiyor. çamur banyoları odaları. sıra sıra.. denemedik ama denenebilirdi.. giderseniz bizim içinde denemiş olun :) çok faydalıymış buradaki çamur, hatta satışa sunulacakmış paketler halinde. bir çok hastalığa deva oluyormuş. odalara şöyle bir baktıktan sonra kırmızısuya geldik. su kırmızı değil:( fotoğraflardaki gibi renklide değil.. esasında zaten su değil de termal suyun içindeki maden oksitleri nedeniyle kırmızı,yeşil ve beyaz renkli traverten tabakaları oluşuyormuş. ama dediğim gibi biz göremedik. yani gördük ama şöyle ki; çok küçük bir alanda hafif kızıllık vardı ve zaten çok çok küçük bir travertendi. ama etrafı güzeldi.. hediyelik eşyalar saten küçük küçük arabalar vardı. daha çok takı.. hediyelerimizi alıp beyaz bembeyaz, büyük büsbüyük travertenlerimize geri döndük.
ve doğru kleopatra havuzlarına.. Allahım bu nasıl bir şey, burası bir cennet.. su masmavi.. suyun içinde yıkılmış yatık ve batık sütunlar. ama suyun mavisi başka bir mavi.. hazırlıklı değildik havuza giremedik.. ama nolur siz girin.. yüzenler vardı.. içimiz gitti..sanırım bir daha öyle bir güzellik göremem ömrü hayatımda.. en büyük pişmanlığım girememek, yanımda mayo benzeri bir şey götürmemiş olmak..bakın;


burada bir şeyler atıştırıp hüzünlü hüzünlü kaçtık buradan :( çıkışta çok şirin bir yer var.. hediyelik eşyalar satan bir bayan.. çok sıcakkanlı, güler yüzlü.. biraz sohbet, biraz alış veriş, bir iki de çay :)
aşağıya inince yemeden gitmemek için gözlemelerinden de yedik.. nette güzel olduğunu okumuştuk ama çok da beğenmedik.. yemesek olurmuş.. çıktık yola..
bilmeden, tesadüfen bir tabela gördük..KAKLIK MAĞARASI.. baktık internetten yine travertenler yazıyor. görmeden gider miyiz :)
girişinde bir su birikintisi var, merdivenlerin altında şöyle ki(rengiyle büyülendik adeta)
ki bence bu fotoğrafta hiç mi hiç belli olmamış ama başka fotoğraf da bulamadım :( ama çok güzel..
şöyle kötü bir yanı var kiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii
NEFES ALMANIZ İMKANSIZZZZZZZZZZZZZZZZZ
abartmıyorum. ben hayatımda böyle bir koku koklamadım.. ölümcül.. kusmak istersiniz, ki ben fena da oldum hani.. ama müthişti travertanler o ayrı.. yani görmeden gitmek çok büyük bir eksiklik olurmuş ama kokmayaydı iyiydi.. ıyyy aklıma geldi çok bişi yazasımda gelmedi şimdi.. bu arada bu bahsi geçen mis kokulu mağara DENİZLİ-AFYON karayolu üzerinde.. gidin ,görün, koklayın hehe :)
finali bahsetmeyi unuttuğum bir detayla yapıyorum. mutlaka travertenlerdeki gezinizi akşam, gün batımına denk getirin ve eminim dünyanın çok az yerinde görebileceğiniz o muhteşem manzarayı seyre durun.. yaşadığınızı hissedin.. tebessüm edin.. şükredin.. yansımaları izleyin.. orada kaybolun..
buyrun;