27 Ekim 2014 Pazartesi

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? EDİRNE

Güzel şehir EDİRNE....

Nasıl güzel bir huzur verdi, nasıl hoş bir tat bıraktı kalbimizde..
Bu şehre girerken mutlu oluyor insan.. yadırgamıyor.. yabancılamıyor.. İlk defa değilde hep gider ziyaret eder gezermiş gibi.. Biz çok sevdik seni EDİRNE :)

İstanbul'dan sabah yola çıktık saat 8 gibi. Kendi aracımızla gittik. Yollar güzel ve pazar günü olmasına rağmen oldukça tenhaydı. 3 saatte vardık Edirne'ye. Girerken bir müze dikkatimizi çekti (sağlık müzesi). Dönüşte uğramaya karar verip merkeze yöneldik. Herhangi birine Selimiye camiiyi sorsanız ki herkes gerçekten çok cana yakın ve yardım sever, civarında özel otopark mevcut. Aracı bırakıp  hemen camiye geçtik. Camiye girişindeki müze dikkatimizi çekti. Hemen girdik(müze kart geçerli ya da maximum kart). Küçük ama çok güzel bir müze. birkaç fotoğraf paylaşayım hemen..
Mimar Sinan çok gerçekçiydi.. Bayıldım.. Eski Kur'an, dokumacılık, silahlar, takılar ve en etkileyici olanı da üzerinde hala kan lelekeleri bulunan sancaktı. Kırkpınar yağlı güreşçilerinin (çook eski) fotoğraflarının bulunduğu bir oda da vardı..Buram buram tarih kokan bir müze..

Çıkış hemen Selimiye Camii nin bahçesine geçmenizi sağlıyor. Muhteşem bir cami. Esasında daha çok vakit geçirip inceleyip araştırmak isterdim. Biz genel olarak görüntüsünde büyülendik ama kimbilir neler gizli bilemediğimiz. Gerçekten büyüleyici..

                                                                                                                                      
Camide dualarımızı ettikten sonra karnımızda hafif acıkmaya başlamışken, meşhur arasta çarşısını gezip yemek faslına bi çabuk geçmek istedik :) bi dolu hediyelik eşyalar vardı.. Biz her zamanki gibi şehir magnetimizi aldık. Yanında Edirneye has aynalı süpürge magnetini de aldık.Nedir diye sorduk.. gelinler içinmiş..Süpürgenin üzerindeki ayna ile temizlik yaparken kayınvalidelerini gözetlerlermiş:) Bir de cennet kokusu diye ismi olan küçük sabuna benzer kokulardan aldık. ilginçti kokusu.. Farklı ..Tavsiye ederim.. Eğer hediyelik bir şeyler almak isterseniz sepet içinde meyve şekilli sabunlar çok hoş. Oldukça da uygun fiyatları. 3 tanesi 10 lira idi sanırım.
Ve işteo müthiş an.. YEMEEEK... CİĞEEER.... :)
Şunu belirtmek isterim ciğeri hiç ama hiç sevmem ve yemem. Eşimin zorlaması ve ciğere benzemediğini anlatabilmek için ettiği yeminler ile edirne ciğerinin tadına bakmıştım bi restaurantta. Tabi Edirnede değildi. Beğenmiştim.. Hatta baya beğenmiştim.. Şimdi asıl yerinde yiyecek olmanın verdiği heyecan müthişti :)
Çok meşhur ve güzel olduğunu duyduğumuz CİĞERCİ NİYAZİ USTAyı aramaya koyulduk. Hemen arastanın çıkışıymış, kolay ulaştık :) Önemli bir uyarı; burada yalnızca ciğer var..Bizim bir arkadaşımız daha vardı yanımızda, ne kadar ısrar etsek de ikna edemedik ciğer yemeye.. İlk önce başka bir şeyler bulup biz ciğer yemeye öyle geçecektik ki; Ciğerci Niyazi Usta çalışanları eğer ciğer yemeyecek kişi bir kişi ise dışardan köfte söyleyebileceklerini söylediler. Bu fikre bayıldık çünkü hep beraber yemek yiyebilecektik.. Ciğerleri sipariş ederken bir de ne göreyim; TRİLİÇEEEEEEE :) evet bu müthiş, harika, muthemeşem,acayip bir tatlı.. Galiba ciğerden daha çok tatlıya sevindim. Traliçe 3 farklı sütten (koyun,keçi,manda) yapılan bir tatlı.. Enfes bir tatlı... Ciğer de tatlı da çok güzeldi.. Mutlaka bulun niyazi ustayı..Buyrun fotoğrafları :)
Yemek sonrası camileri gezmeye devam ettik. İlk önce ESKİ CAMİ ye gittik. Yürüyerek.. Her yer çok yakın birbirine.. Eski camide kabenin duvarından bir taş muhafaza ediliyormuş. ve oradaki bir bölümde kılınan namazlarda edilen dualar geri çevrilmezmiş.Biz dua edemedik.. Taşı da göremedim maalesef :(
ESKİ CAMİ sonrası ÜÇ ŞEREFELİ CAMİye gittik. Minareler çok farklı..Farklı motiflerde..Nasıl yapılmıştır acaba demekten alıkoyamıyor insan kendini.. 
Herkesin bahsettiği Meriç e inme vakti geldi.
Yürümek istedik, uzak olur dediler. Yol üstünde faytonlar var. Hem ulaşımı sağlıyorlar hem de tur yapıyorlar. Fiyatları farklı. Kısa tur 30 , uzun tur 45 tl idi sanırım. Ama tam hatırlayamıyorum :/ Biz ilk önce HASAN SEZAİ TÜRBESİ ne gitmek istedik. o civardaydı.. Faytoncu amca telefon numarasını verdi. Türbe çıkışı bizi alacak Karaağaca indirecekti. Tam türbe köşesini dönecekken tam ortada bir sürü bisiklet gördük. Bisiklet kiralama alanıydı. Alabildiğine bisiklet.. Bisiklet kiralayıp Meriç e iniliyormuş. Türbeyi es geçerek hemen bisiklet kiraladık ve Karağaca doğru gitmeye başladık. Kesinlikle tavsiye etmiyorum. Sakın bisiklet kiralamayın..Yürüyün, taksiye binin, fayton tutun ama bisiklet ile inmeyin!!! 
Birincisi yol çok dar özellikle köprü üstleri. Arabalarda köprüleri kullanıyor ve ancak iki araba sığabilecek genişlikte. Müthiş stres oluyorsunuz çünkü siz köprünün üzerindeyken arkanızdan gelen araçlar sizi beklemek zorunda ve muhtemelen hoş şeyler söylemiyorlardır o korna gürültülerinde :S
İkincisi yollar arnavut kaldırımı ya da onun gibi ve birazda bozuk. Canınız gerçekten çok yanıyor.
Üçüncüsü bisikletçileri kötülemek istemem ama verdikleri bisikletlerin % 80 i bozuk oluyormuş ki bir tanesi de bize denk geldi. Bildiğin eziyet..Bisiklet taşıyoruz elimizde. LOZAN ANITIna kadar elimizde taşıdık bisikletleri.İçeri bisikletlerle giremiyorsunuz. Girişte GAZİ amca var(kendini öyle tanıttı bize),tekerlekli sandalyede..Giderseniz ve yine de bisiklete binerseniz lütfen bisikletlerinizi ona emanet edin..Hayatta artık tek işe yaradığı konunun bu olduğunu düşünüyor..Çok üzücüydü ama bir o kadar tatlı ve iyi bir amcaydı..Lozan Anıtının orada ki tren fotoğraf için güzel bir alan.. E tabi o uzun yolu elimizde bisiklet ile dönemeyeceğimiz için ben bozuk bisiklet ile taksiye binerek kiralanan yere gidip bizimkileri bekledim. bisikletlerden kurtulup arabamıza gitmeye karar verdik. Çünkü baya bir zaman kaybetmiştik. Tabi çok çok önemli bir şeye sıra geldi. Keçecizadeden kavala kurabiyesi almak :) Yol üzerinde birkaç tane dükkana rastlıyorsunuz. Hepsi aynı. Herhangi birinden alabilirsiniz.. Müthiiiiişşşşşş.. Sakın almadan dönmeyin..Badem ezmesi de başarılı..
Arabayı alıp türbeye gitmek istedik.. HASAN SEZAİ TÜRBESİ bizi çok etkiledi..Atmosferi bambaşka..Harika..
Girişteki müzeye gitmeye karar verdik ancak ilk önce aramak istedik kaça kadar açık olduğunu öğrenmek için.. son ziyaretçi 17:00 da alınıyormuş. Yetişmemiz imkansızdı. Ama o kadar çok kişi bahsetti ki.. Zamanında buradaki tedavi şekli müzik, su sesi ve güzel kokularla yapılırmış. Kesinlikle görülmesi gereken bir yermiş ama biz yetişemedik. Sonrasında aslında çok da sevindik çünkü edirneye tekrar gelmek için önemli bir bahanemiz oldu :)
Madem müzeye yetişemedik ki size tavsiyem ilk önce müzeleri gezmeniz,sonrasında camilere ve Karaağaca inmeniz; o zaman dedik Meriçin keyfini sürelim.. İyi ki de demişiz.. O nasıl güzel manzara.. O ne tatlı bir huzur..

    LALEZARa gittik bu manzara için.. Kahvesi de güzeldi manzarası da..
Edirne gerçekten bambaşka bir şehir.. Gidin.. En kısa zamanda..
Yine tadı damağımızda kalan bir şehir daha...

24 Nisan 2014 Perşembe

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? KAPADOKYA (NEVŞEHİR)

güzel bir harita çizdik bu gezi için.. esasında tavsiyem bu olacak gezilecek yerler dışında. 2 yer var kapadokya yolunda mutlaka uğranması gereken. TUZ GÖLÜ ve HACIBEKTAŞ. biz giderken Tuz Gölüne dönerken Hacıbektaşa uğradık :) tabi arada da bir sürü yer..eğer kendi aracınız ile yolculuk yapacaksanız kaçırılmaması gereken noktalar var. o zaman başlamak lazım anlatmaya :)

ilk durak TUZ GÖLÜ. benim beyaz alanlara( uçakta bulutlar, pamuk tarlaları, travertenler,pürüzsüz kar vb :)) hayranlığım inanılmaz derindir. müthiş istiyordum tuz gölünü görmeyi çünkü fotoğraflardan ve özellikle "beyaz melek" filmindeki sahnelerden görülmezse ölünür bir mekandı benim için ancak gidip gördüğümde hayal ettiğimi bulamadım. muhtemelen mevsimsel bir durumdu. çünkü eşim önceki gidişinde her yerin bembeyaz olduğunu ve gölün üzerinde uzunca yürünebildiğinden bahsetmişti.tabi bunlar olmasa da muhteşem; sadece zihinde daha bembeyaz ve uçsuz bucaksız bir görüntü var ya o açıdan yani :) 
girişte cafevari bir yer var, ve ilk etapta anlayamadığınız paralı ayak yıkama muslukları. daha sıcak bir mevsimde gidecekseniz yanınızda havlu bulundurmanız güzel olabilir çünkü gölde yürüyebiliyorsunuz :) tabi ayağınızı rahatsız eden tuzdan ziyade yağ.. evet çok ilginç geldi bana. bayanlar bilir "body scrub"lar vardır cilt için işte onun deryası Tuz Gölü :) zaten girişte hediyelik eşyalar satan dükkanda mevcut paketlenmiş hali. tabi belli ki kimysal işlemlerden geçmiş, geçmiş ki küçük bir kutusu 80 tl gibi bi şeydi yanlış hatırlamıyorsam. varsa yanınızda kabınız direk gölden doldurun bence.. çünkü bir daha gidersem yapmayı düşünüyorum aklım fena kaldı :)
yansımalar müthiş..
o tuzlara vuran güneş, o renk cümbüşü.. 
gidilir, gidilmeli..




KAPADOKYA yolu üzerinde planımızda olmayan (çünkü varlığından haberdar değildik) çok güzel bir yere uğradık şans eseri..zaten peri bacalarının başladığını görüp duruyorsunuz ve bir sürü çocuk sarıyor etrafınızı hepsi rehber :)ufacık çocuklar, nasıl ezberlemişler ve nasıl seriler :) sorun anlatsınlar. yerin adı SELİME KATEDRALİ. biz çok beğendik. müze kart edinmeniz şart bence. bir yer hariç tüm gezeceğeniz alanlarda müze kartı kullanıyorsunuz. Selime Katedralinin girişinde çıkarabiliyorsunuz ki biz de öyle yaptık. Bizimkilerin süresi bitmiş :/ hemen bir foto alalım :)










yine yol üzerinde bir sonraki durak tabi ki IHLARA VADİSİ. oldukça fazla kilisesi var. tabi enfes bir doğa.. kuş sesleri, ağaçlar, çiçekler böcekler :) e bir de inerken kolay gelen çıkarken de başınızı döndüren, nefesinizi kesen merdivenleri var :) siz siz olun yanınızda mutlaka su bulundurun :/alttaki fotoğraflar da Ihlara dan..













ıhlara sonrasında akşam yaklaşmaya başlayınca kapadokyayı gündüz görmek istediğimiz için KAYSERİ ye gidip mantı yemek istedik. gidilmeyebilirmiş, çok da tavsiye etmiyorum. Kayseri çok çok güzel bir şehir bizi çok şaşırttı ama çok da yorucu oldu. araştırdık en güzel mantıyı yiyebileceğimiz yer KAŞIK-La imiş.bana kalırsa girdiğimiz her restaurantta yiyeceğimiz mantı çok güzel olurdu; tıpkı Adana gibi. orada da esnaf lokantalarının, tablacıların herkesin kebabı müthiş ya, meşhur bir yere çok da gerek yok ya.. neyse ama biz gittik. güzeldi. çok minik minik ama sadece minik. şundan emin oldum ki; asla annelerimizin yaptığı o bir kaşığa 2 adet sığan kocaman mantılardan daha güzel değil.. fotoya gerek yok bildiğimiz mantı :)

yemeğimizi yedik söylemesi ayıp pastırmamızı aldık koyulduk yola :) biz ilk gün için yer ayarlamamıştık. beğendiğimiz herhangi bir otele girip kalacaktık çünkü ikinci gün ki otel için çok özenmiştik. GÖREMEye doğru yol aldık. en yakın ÇAVUŞİN KÖYÜne rastladık ve girdik, otel aramalarına başladık. biraz uğraş sonrası güzel bir otel bulduk. ama işin garip yanı adına dair herhangi bir hatıra almamışız ve fotoğraf çekmemişiz.adının olduğu fotoğraflar yok ama o odasından büyük banyosunun, banyosunda hem hamamı hem duşu hem küveti olan odasının fotosunu çekmişim Allahtan. ben beğendim.. sabah otelden çıkınca hemen iki adım ilerideki ÇAVUŞİN KLİSESİ ne de uğradık.içeride fotoğraf çekmek yasak.. peşinizde adamlara geziyo sizi engellemek için :S

GÖREMEye geçtik çavuşin köyünden. GÖREME Açık Hava Müzesi mutlaka gezilmeli. bir iki saatinizi alıyor her yere bakmak isterseniz; ki biz bakmak istedik sizde isteyin.. yemekhaneleri ve kiliseleri oldukça ilginç.

bir kahve içip dinlenmek için Göreme merkeze gittik. hediyelik eşyalar satan yerler ve cafeler oldukça fazla. şöyle en terasından ve en manzarılısından bir tane bulduk ve içtik türk kahvelerimizi.

biraz dinlendikten sonra UÇHİSAR KALESİ ne çıktık. çıkmasak da olurmuş. ya tabi gidince oralara bir de duyulmuş bir yer ise gidilecek yer, "hani buralara kadar geldik, görmeden gitmeyelim. oraya da bir bakalım" diyor insan. ama çok beğendiğim söylenemez. zaten içten merdiven yapmışlar :/




tüm bu gezmeler boyunca şapkalı peribacalarını göremiyorsunuz. insanlara soruyorsunuz (yerli halkına) bilmiyorlar, ya da sanırım ÜÇGÜZELLER di isimleri, 3 tane yol kenarında büyük peribacaları var, onları söylüyorlar. ki bu sebeple bir kaç defa aynı yere de gitmedik değil hani..ama daha öncesi için ben de hatırlıyorum eşim de (eşim 5 yıl önce bense 20 yıl önce falan gitmiştim) şapkalı peribacaları çok çok fazlaydı. hatta bir yerde sadece onlardan vardı. umudumuzu kaybettik ve başka yerlere yönelelim dedik ki bir tabela ZELVE PERİ BACALARI. gittik ve ufak ufak da olsa orada bulduk aradıklarımızı. çoğunun şapkası düşmüş ne yazık ki :( ama o kadarı bile yetti bize.

güneş batmadan bir yer daha var mutlaka gidilmesi gereken. KIZIL VADİ. ama tam gün batımında orada olunmalı. alın çayınızı, kahvenizi, şarabınızı, oturun uçurum kenarındaki sedirlere izleyin KIZIL VADİyi. nefes alın..huzur bulun..hayatı durdurun..unutun..sadece izleyin..

güneşi de batırdıktan sonra en önemli kısma otelimize geldi sıra. AYVALI köyü yakınlarındaydı otelimiz. ÖYKÜ EVİ CAVE HOTEL. kapadokya ya gidecekseniz burada kalmadan dönmeyin..lüütfen :) tam bir mağara otel. zaten gelmeden internetten çok araştırmıştık. butik otel. az sayıda odası var. oda numarası yok oda rengi var. sanırım yalnız bir standart odası var. geri kalan odalar suit ve balayı odaları. biz BEYAZ ODA da kaldık (internetten araştırdığımda da en güzeli beyazdı, gidip gördük ki gerçekten en güzeli yine beyaz:) )
oda harika, oda müthiş.. bakın...
o kadar güzeldi ki..anı defteri var sehpanın üstünde birkaç yorumu okumak istedim. ve en beğendiğim yorum şuydu "ilk defa internet sayfasındaki resimlerinden daha da güzel çıkan bir otelle karşılaştım". gerçekten de öyleydi. tabi benim fotoğraflarım yatak odasının yanından bir tünel olup, o tünelden geçerek banyoya girildiğini (tabi yürüyerek.hani tünel diyince küçük bi şey gelmesin aklınıza. tüp geçit midir adı.değil değil bağlantı işte.bir odadan çıkıp başka odaya geçmek gibi..amma zorlandım :) ) anlamak mümkün değil. o yüzden siz sitesine bir bakın.. otele yerleştik ama yemek saatini geçirmiştik. bu sebeple tekrar göremeye inmemiz gerekti. zaten nerede yiyeceğimizi gözümüze kestirmiştik. çünkü meşhur yemekleri vaaar :)

aslında müthiş bir restaurant var. biz gittiğimizde yemek saatini kaçırmıştık. çünkü bilmiyorduk. ama siz kaçırmayın çünkü harika. saat 16:00 da yemek veriyorlar..peribacasının içini restaurant yapmışlar :) sedirler, alçak masalar. HANODASI RESTAURANT. 2 farklı yerde yiyebilirsiniz burada yemeğinizi..


neyse biz burada yiyemedik yemeğimizi ama olsun.. bi daha ki sefere artık :/ biz OLD CAPPADOCIA CAFE&RESTAURANTa gittik yemek için. çünkü kahve molasında araştırmıştık. ve meşhur TESTİ KEBABI nı ve TESTİDE FASULYEyi  burada yiyebileceğimizi öğrenmiştik. ben hiç yememiştim öncesinde testi kebabı. ilginç geldi. başka masalara verirlerken görmüştük ve çok küçük gelmişti gözümüze. birde extra testide fasulye istedik. hatta garson bitiremeyeceğimizi söyledi ama biz de kesin doymayacağımızı :) ama gerçekten aldanmayın.. testinin kırılan yerinin çok daha altında derinb ir yuvası da var ve gerçekten çok doyuruyor. fasulyeyi bitiremedik.. zaten hiç de beğenmedik..ama kebap miisss :)


tekrar otelimize döndük.. sabah kahvaltı zayıftı. hemen yiyip yola çıktık. kapadokyaya gelirken gördüğümüz yeraltı şehirlerini dönüşe bırakmıştık ki nitekim de öyle oldu. ilk olarak DERİNKUYU YER ALTI ŞEHRİ ne gittik. çok güzel ancak solunum zorluğu çekenler bi şey olmaz deyip girmesin muhtemelen olur..çok rutubetli bir değişik..yatak o daları var, oturma odaları..yaşamışlar işte o taşlarda.. hmm bir de soğuk aşağılar,üstünüze bir şey almadan inmeyin ;) derinkuyunun halkı çok sıcak.. ne sorsanız ilgileniyorlar ve sizden biri onlar..sanki oraya aitmişsiniz gibi..yeraltı şehrinin çıkışında camiye doğru olan kısımda bebek satan teyzeler var..ama kendilerinin yaptığı bebekleri satıyorlar..ufak ufak , rengarenk.. hemde 1 lira..arka koltuğu doldurdum..kızlar almadan geçmeyin derim..hem çok şirinde hediye oluyorlar ;)
işte bunlar da bebeklerim :)
derin kuyudan önce mi sonra mı tam bilemedim bir de KAYMAKLI YER ALTI ŞEHRİ ni gezdik. zaten yol üzerinde tabelalar yönlendiriyor.

HACIBEKTAŞa yol almaya başladık. yol üzerinde de yer yer kalıntıları görüyorsunuz.. hacıbektaş ta çilehaneleri, müze ve türbeyi gezdik. girişte bir aslan heykeli dikkatimi çekti ağzından su akıyordu. gezimizi bitirip tam arabaya binerken hediyelik eşya satan dükkanlarda irili ufaklı bidonlar gördüm ve sordum. o aslanın ağzından akan su şifalı su imiş. hatta zemzem olduğunu söylüyorlar ama bilemiyorum. almadan olmazdı. ondan da doldurduk :)

karnımız acıktı ve KIRŞEHİR de yemeye karar  verdik. yöresel lezzetler istiyorsanız AĞALAR KONAĞI KÜLTÜR EVİ RESTAURANTI na gitmelisiniz. gerçekten kırşehirin yöresel yemekleri çok lezzetli. ve gittiğimiz yerde yani ağlara konağında eşim ve ben yöresel iki yemek seçtik. ben SULU KÖFTE; eşim KIRŞEHİR TAVA. ve mönüde mezeler vardı onlardan da sipariş vermek istedik. veremiyormuşuz. çünkü zaten ikramlarıymış. çok şaşırdık..hani öyle minik minik tabaklarla da değil..şöyle ki;

seçtiğimiz yemekler dışında ÇULLAMA, PARPILAMA ve ÇİRLEME yi denemiş olduk..çok da hoşumuza gitti..değişik ve güzeldi..

yemek bitimi ile yola devam ettik ve bu gezimizi de bitirdik...
biz kapadokyaya gittiğimizde yani mart 2014 de kapadokyanın  en çok turist aldığı dönemmiş.. yani tüm yılların istatistiklerine göre rekor kırılmış. bu mutlu edici..etrafımızdakilerin %70 i yabancı idi..ama % 30 bile güzel bir başlangıç bence.. artık daha meraklıyız, artık ülkemizdeki güzelliklere karşı daha duyarlıyız... eşim avrupayı gezmiş ve benimle gitmek istediği çok yer var. çok da ısrar etti o zamanlar. ama istemedim. hatta artık istemiyoruz. çünkü ilk önce ülkemizdeki harikaları gezmeliyiz. vatanımın her şehri ayrı hikaye..2 yılda 50 il gezebildik ortalama.. inşallah bu sene bitecek ve o zaman yurt dışına açılıcaz :) ve şundan çok eminim ki hiçbiri ülkem kadar güzel olmayacak..

bizim yaşadığımız ülke gerçekten cennet...










2 Ocak 2014 Perşembe

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? PAMUKKALE (DENİZLİ)

pamukkale...
rüya gibi.. cennet gibi.. huzur gibi.. aşk gibi..
müthiş bir yer.. dünyada görülmesi gereken özel yerlerden biri, hatta en özellerinden biri.. bir şeyler yapmak, bir yerler görmek ise istenen, planların en üst sırasında olmalı kanımca..
şu önemli; gideceğiniz mevsim ne çok soğuk olsun ne çok sıcak.. hatta biraz soğuk da olabilir ama yaz iyi bir seçim olmayabilir. biz şubat ayında gittik ve ne üşüdük ne terledik.. travertenlerde yalın ayak dolaşılıyor mecburen ama şubat ayında o buz gibi travertenler sizi üşütmüyor çünkü kaplıca suyunun aktığı kanallar var ve her üşüdüğünüzü hissettiğinizde o kanallarda o sıcacık sularda ayaklarınızı ısıtıyorsunuz :) şimdi detaylara geçmek lazım :)
biz bir gece kalacaktık ve istediğimiz travertenlere yakın beyaz bir oteldi. çok zorlanmadık,bulduk:) AYAPAM HOTEL beklentilerimizi karşılamaya yetti.. zaten gün boyunca pamukkaleyi geziyorsunuz ve sadece uyumak için odanıza çıkıyorsunuz.. oldukça temiz, güler yüzlü personele sahip yemekleri çok iyi olmasa da karnınızı doyuracak nitelikte şirin bir otel. tavsiye ederim..ücreti çok çok uygun..
odalara eşyalarımızı attık ve hemen keşfe çıktık.. çünkü pamukkaleye girerken travertenleri görüyorsunuz ve cidden bu sizi heyecanlandırıyor. orada bulunmadığınız her an kayıp gibi.. otelden çıkınca küçük bir park var travertenlerin hemen altında.. güzeldi ama orada hiç vakit geçiremedik.. zaten yürüyerek 3 dakikada traverten girişine geliyorsunuz. giriş ücretli. kent kartınız varsa ücretsiz.. ödemeyi yaptıktan sonra ayakkabılarınızla vedalaşıyorsunuz. sırt çantası olursa yanınızda ayakkabılarınızı elinizde taşımak zorunda kalmazsınız. o çantanın içine bir çift çorap ve küçük bir havlu koyarsanız, ayakkabılarınızı giyeceğiniz zaman ne kadar faydalı olduğunu göreceksiniz :)
işte o harika yerden müthiş bir manzara..
hehe karlı oldu ne güzel oldu :)
ufak bir yokuş çıkıyorsunuz, aslında yer buz gibi.. gerçi alışıyor insan bir süre sonra ama.. bazı yerler hamur gibi.. evet böyle bir değişik.. nasıl? işte şöyle..
                                                 
sağdaki fotoğraf bunun kanıtıdır :) ilginç, böyle vıcık vıcık :) ama içinde olmak keyifli. hemen bu cıvıklığın yanında bahsettiğim kanallar var. oturuyorsunuz kenarında ayağınızı bırakıyorsunuz içine, akan su oradan oraya savuruyor ayaklarınız.. öyle güzel sıcak ki..oturduğunuz yerde tam karşısı; şu pamukkale fotoğraflarının klasikleşmiş yeri var ya katman katman üzerinde su bulunan, insanların o suda yüzdüğü yer, evet orası. o da soldaki fotoğraf. kirlenmiş gördüğünüz gibi, insan üzülüyor tabi. suyu açmamışlar. unesco dünya mirasları listesinde yer alan pamukkale travertenleri kararma tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan bazı bölgelerde gezmek yasak. bize müsade etmediler, oraya giremedik.
hemen otelin karşısındaki parkın fotoğrafını da buldum..
 güzel di mi? bence çok çok güzel :)
farklı kapılar var çıkış için.. biz bilmediğimiz sadece yürüdük binbir merak içinde :)
yanlış hatırlamıyorsam ilk önce bir müzeye denk geldik.. bahçesinde mezarlıkların bulunduğu kapalı bir mekan.. içinde yıllar öncesine ait kalıntılar, araç-gereçler olan..


 hepsi birbirinden ilginç kalıntılar... ciddi bir yaşanmışlık hissi. ama bilmiyorsunuz ki daha sizi neler neler bekliyor.. bu gördüklerimiz bile bize çok gelirken :)

müze çıkışı bahsettiğim kapılardan birine geldik. diğer girişe gidebilmek için bekleyen araçlar var. ulaşım onlarla sağlanıyor. biz dört kişiydik ve başkalarını beklemeden araç bizi diğer kapıya götürdü. araç 1 lira bu arada :) ve o kocaman antik kente giriş..
HİERAPOLİS...
kocamaaan bir antik kent.. her yer kalıntı.. özellikle bir yer var sadece mezarlıklar mevcut.. çok fazla ama.. hepsi birbirinden farklı. kemerler, geçitler, sütunlar.. antik kentte; Apollon tapınağı, tiyatro, hamam kompleksi, surlar ve kiliseler mevcut. 
güzel olan bembeyaz bir rüyadan çıkıyorsunuz, kocaman bir tarihe giriş yapıyorsunuz.. garip hisler sarıyor bir anda inanın insanı.. çok başka, bambaşka..


üstteki tiyatro.. ses sistemi harika :) sol taraftaki sütunlar, taşlar.. ve sağdaki mezarlığa giden mistik yol :)


zaten antik şehri gezerken vakit akıyor.. hava kararmaya başlarken çıktık antik kentten. çıkış kapısına yürüdük. dışarıda taksiler var bekleyen. biriyle konuşup otele gidiyorsunuz. otelde yemeğimizi yedikten sonra yine dolaştık sokaklarını pamukkalenin ve sonra yarın için uyumaya gittik :)
ikinci gün kahvaltı sonrası otelden ayrıldık. gezmediğimiz bir iki yer vardı merak ettiğimiz. biri kırmızısu diğeri tabi ki her güzel yerde yaşamış olan kleopatranın havuzları :)
kızılsuya aracımızla gittik. biraz mesafe var. ama cok uzak uzak değil. karahayıt köyünde. 
aslında bir kaç kişiye sormuştuk kırmızısuyu(kızılsu). ve gitmeyin demişlerdi ama ben yoğun baskım sonucu götürmeyi başardım ve sonrasında fark ettim ki orada geçen vakit kesinlikle beyaz travertenlerde değerlendirilmeliymiş. neyse.. kırmızısu levhasının yanındaki otoparka arabanızı park ediyorsunuz ve giriş yolu sizi kırmızısuya götürüyor. ama ilk olarak odalar dikkatinizi çekiyor. çamur banyoları odaları. sıra sıra.. denemedik ama denenebilirdi.. giderseniz bizim içinde denemiş olun :) çok faydalıymış buradaki çamur, hatta satışa sunulacakmış paketler halinde. bir çok hastalığa deva oluyormuş. odalara şöyle bir baktıktan sonra kırmızısuya geldik. su kırmızı değil:( fotoğraflardaki gibi renklide değil.. esasında zaten su değil de termal suyun içindeki maden oksitleri nedeniyle kırmızı,yeşil ve beyaz renkli traverten tabakaları oluşuyormuş. ama dediğim gibi biz göremedik. yani gördük ama şöyle ki; çok küçük bir alanda hafif kızıllık vardı ve zaten çok çok küçük bir travertendi. ama etrafı güzeldi.. hediyelik eşyalar saten küçük küçük arabalar vardı. daha çok takı.. hediyelerimizi alıp beyaz bembeyaz, büyük büsbüyük travertenlerimize geri döndük.
ve doğru kleopatra havuzlarına.. Allahım bu nasıl bir şey, burası bir cennet.. su masmavi.. suyun içinde yıkılmış yatık ve batık sütunlar. ama suyun mavisi başka bir mavi.. hazırlıklı değildik havuza giremedik.. ama nolur siz girin.. yüzenler vardı.. içimiz gitti..sanırım bir daha öyle bir güzellik göremem ömrü hayatımda.. en büyük pişmanlığım girememek, yanımda mayo benzeri bir şey götürmemiş olmak..bakın;


burada bir şeyler atıştırıp hüzünlü hüzünlü kaçtık buradan :( çıkışta çok şirin bir yer var.. hediyelik eşyalar satan bir bayan.. çok sıcakkanlı, güler yüzlü.. biraz sohbet, biraz alış veriş, bir iki de çay :)
aşağıya inince yemeden gitmemek için gözlemelerinden de yedik.. nette güzel olduğunu okumuştuk ama çok da beğenmedik.. yemesek olurmuş.. çıktık yola..
bilmeden, tesadüfen bir tabela gördük..KAKLIK MAĞARASI.. baktık internetten yine travertenler yazıyor. görmeden gider miyiz :)
girişinde bir su birikintisi var, merdivenlerin altında şöyle ki(rengiyle büyülendik adeta)
ki bence bu fotoğrafta hiç mi hiç belli olmamış ama başka fotoğraf da bulamadım :( ama çok güzel..
şöyle kötü bir yanı var kiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii
NEFES ALMANIZ İMKANSIZZZZZZZZZZZZZZZZZ
abartmıyorum. ben hayatımda böyle bir koku koklamadım.. ölümcül.. kusmak istersiniz, ki ben fena da oldum hani.. ama müthişti travertanler o ayrı.. yani görmeden gitmek çok büyük bir eksiklik olurmuş ama kokmayaydı iyiydi.. ıyyy aklıma geldi çok bişi yazasımda gelmedi şimdi.. bu arada bu bahsi geçen mis kokulu mağara DENİZLİ-AFYON karayolu üzerinde.. gidin ,görün, koklayın hehe :)
finali bahsetmeyi unuttuğum bir detayla yapıyorum. mutlaka travertenlerdeki gezinizi akşam, gün batımına denk getirin ve eminim dünyanın çok az yerinde görebileceğiniz o muhteşem manzarayı seyre durun.. yaşadığınızı hissedin.. tebessüm edin.. şükredin.. yansımaları izleyin.. orada kaybolun..
buyrun;

23 Aralık 2013 Pazartesi

bu hafta okunanlar... GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN ve KAFASI KIYAK

bu hafta okunanlar olmadı, bu ay okunanlara dönüştü ancak sebebi yalnızca Aret Vartanyan' ın GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN kitabıdır. bitmedi.. bu kitap bitemedi.. bunaldım ,daraldım.. zaten bu ay okuduğum iki kitap da beni okumaktan soğuttu :/
ilk okumaya başladığım KAFASI KIYAK tı. işte şudur;
tamam bu daha kısa sırada bitti ama baya cebelleştik kitapla..yani hani yarım bırakmama adetinden devam ettiren kitaplardan..Luke Rhinehart ismini görünce aldım bi hevesle..zar adamı sevmiştim ben.
bu kitapta belli ki farklı bir şey yapmaya çalışmış ama bu farklı şey benim midemi çok bulandırdı.
Bİ KERE BU KİTAP ÇOK AYIP.kitap ayıp, yazan da ayıpçı :p
kitabı okuduğunuz süre içerisinde kendinizi pis hissediyorsunuz ilk olarak. garip bir his.. uzun süre yıkanmamış ve pis yerlerde yaşıyo gibi. evet yazım açısından başarılı bir durum bu esasında çünkü sizi içine çekmiş oluyor kitabın..yani orada hissediyorsunuz kendinizi..ama orada olmak, olmak istediğiniz şey değil..böyle yaşantılar var mıdır? olmuş mudur? ya da şuan yaşanıyor mudur? ben bilemedim. tiksindim..
tamam erotik bir kitapmış, arkasında yazıyor ve siz bunu bilerek başlıyorsunuz okumaya. ama bu erotikliğin bir parça üstünde sanki.. zaten bu konuda konuşmak da çok mantıklı gelmiyor.. bence zaman kaybı.. kattığı hiçbir şey yok kişiye.. ne güzel bir söz ne başka bir şey (pardon bir kelime öğrenmiştim, çok da hoşuma gitmişti aslında ama unuttum. bu nasıl bir çelişkidir şimdi). (olsun bir kitaptan sadece bir kelime öğrenmek
o kitabın bir şey öğrettiği anlamına gelmez.) (ama BİR şey öğretmekse konu aslında öğretmiş oluyor BİR kelime) her neyse...
aslında kitabı bitirdiğimde çok öfkeliydim ve burayı dolurabilirdim belki ama dediğim gibi GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN uzun bir zaman sürdüğü için kitabı çok da hatırlamıyorum :(
zihnime kazınan saçma sapan olaylar, gerçek dışı manasızlıklar, iğrenç bir seviyede de erotizm..
boşverin.. okumayın.. ya da okuyun da bana hak verin..bana hak vermiyosanız da yoruma yazıverin :p


ikincisi ise GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN..o da şudur;
ya saçma ama ben Gülben Ergen'de denk gelmiştim Aret Vartanyan'a. güzel konuşuyordu. programa bağlananları gerçekten anlıyordu..yani aynı çerçeveden bakıyor gibiydik. kitabı varmış..bahsettiler..inanılmaz heves ettim.. eşime söyledim..doğum günü hediyelerimden biri olmuştu bu sayede.
evet kişisel gelişim türünde kitap, çok severim, keyif alırım böyle kitapları okumaktan. aslında içinde bi yerlerde kendimi bulmaktan...ama bu kitapta çok yönlendirme olmuş ve bu durum kitabın çok samimiyetsiz gözükmesine sebep olmuş.
şöyle ki; seninle konuşuyor kitapta aret vartanyan. güzel bir tarz olabilirmiş çok zorlamasaymış. detay çok. "haydi sende hisset" baskısı çok. en garibi "şuan gölzerini kapat" kısımları. ya kapat diyor güzel de,kapat dedikten sonra ne yapman gerektiğini yazıyor. aslında ne düşünmemiz gerektiğini söylese ve biz gözlerimizi öyle kapatsak?
bir de çok bilmişliği yoğun hissediyor insan okurken. tabi insanları incelemişsin eğitimini almışsın ama her yaşantı başka öyle değil mi?
güzel sözler var, güzel saptamalar.. kendi mutlaka buluyorsun bi yerinde. ama yeterli gelmiyor. yani rahatsız ediyor okurken bu kitap seni..cümle devrik ama gerçekten kitap onu okuyanı okusa daha keyifli olabilir aslında ;) yani bu kitap için diyelim..
kitap içinde sayfa kıvrıklarım çok. yani güzel cümlelerin bulunduğu satırlar, bir yere not edilmek üzere kıvrılanlar..
ama bir yanlış var bu kitapta..kitleleri etkileme amacı mı? yani bir yerde aret vartanyanı görüp "işte o adam" ya da "işte benim adamım" dememiz mi acaba asıl beklenen? ilginç olan internette araştırdığınızda okuduğunuz yorumlar yazarın başarılı olduğunu gösteriyor bu konuda..büyülenmiş kadınlar var çoğunlukta yorum yapanların arasında.
acaba ben kitap okumayı mı beceremiyorum? hani bu da bi ihtimal..şu sıra hiç mi güzel kitap denk gelmez insana, şöyle ballandıra ballandıra anlatabileceği:/ şuraya şöyle güzel bir kitap yazamadım.. aaa öyle düşünmeyelim.. LİMON YAPRAKLARININ KOKUSUna bayılmıştım ben bi kere ;)
he bi de yazılan mektuplar da nedense çok samimiyetsiz geldi..gerçek dışı gibi..niye saklarsın ki hem yıllar önce bilmem kaçıncı sevgilinin mektuplarını..
GERÇEKTEN YAŞAMAK bu mu acaba aslında?

5 Kasım 2013 Salı

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? KAZDAĞLARI

dünyada oksijen oranının en yüksek olduğu ikinci yer ; KAZDAĞLARI...
burası da temmuz ayında eşimin doğumgünü için seçtiğimiz gezme yerimiz :) efsaneler diyarı... kazdağları' nı görmeyi ok istiyorduk, ben gitmiştim esasında ama beraber gezmek keşfetmek en keyifli yanı. internetten saatlerce araştırdık şöyle güzel istediğimiz gibi bir otel pansiyon gibi bir şey. ama hep sahil şeridinde bulunan oteller vardı internette. kazdağlarında bir gece geçireceksek bu sahilde olmamalıydı fikrimce. eşim uzun uğraşlar sonucu bir yer buldu. İDA KONUK EVİ. ismi cezbetti bile değil mi sizi de.. "ida" çeldi aklımızı, "konuk evi" de sıcacık, tam da aradığımız yer hissini verdi ve aradık. çok ilgiliydiler, tamam yerimizi bulduk :)

ARTUR dan yola çıktık. giderken sağda dönerken solda 2 baca var kazdağlarına yaklaştığınızda, heh oradan sağa kıvrılmak lazım.. yol çok zorlamadı bizi bulma konusunda. zaten girdiğiniz yoldan yukarı devam ettiğinizde karşınıza çıkıyor. girdiğiniz an büyüleniyorsunuz. yani belki de ben tam olarak öyle bir yer hayal ettiğim için o kadar çok beğendim. ama bayıldım. harika... her şey o kadar eski ki... 2 kişi işletiyor, 3 katlı bir bina, kocaman bir bahçe, dağın ortasında, tertemiz hava, teknoloji uğramayı unutmuş bi parça, odalarda televizyon yok, işletmeciler uzun zamandır görmediğiniz ahbaplarınız gibi, dekorasyondaki her parça apayrı güzellikte...müthiş... balkonunuza çıkıyorsunuz sahil ayaklarınızın altında, her taraf ağaç, kuş sesleri, o güzel koku...huzur bulmaya gidin buraya... odalar da çok şirin. kapımızın arkasında taştan ilginç bir kutu ve içi lavanta dolu. bu bile güldürüyor yüzünüzü...bir kaç fotoğraf şart :)
taş değil ahşapmış lavanta kutusu, fotoğrafta farkettim ben de..ne de yalancıyım :)üstteki resim odadan kareler...
sol taraftaki fotoğraflar da bahçeden ve alt kısımdan. bir tane de oda balkonunda poz var..yeşil ile mavinin birleşimi manzaranız. 

bu da bana en şirin gelen yeriydi konuk evinin... ne kadar zıt..ne kadar uyumlu :) bu konuk evi her yıl gideceğimiz ve asla bıkmayacağımız bir yer oldu bizim için. yolunuz kazdağlarına düşerse, ya da geçerseniz yakınlarından mutlaka uğrayın... huzur istiyorsanız asla pişman olmazsınız..
saat çok geç olmadan eşyalarımızı bıraktık ve keşfe çıktık :) 

ilk olarak ZEUS ALTARI na gittik. ilk önce şöyle bir genel bilgi için bir adet fotoğraf :)
yazacaktım vazgeçtim yazmadım, resimde altar ile ilgili her şey yazıyor.

çok güzel bir manzarası var, önü tamamen açık. bu noktada hem adaklar adanır, kurbanlar verilir, hem de gözetleme noktası olarak kullanılırmış. atlar var girişte, isterseniz at ile de gezebiliyorsunuz bu ağaçlarla dolu mekanı. girişte bir çay bahçesivari bir yer var. şirin bir yer. orada mantımızı yedik. güzeldi. ama çok çok da güzel değil. karnımızı doyurduktan sonra aşağıya, ADATEPE ye indik.
ADATEPE çok güzel bir yer. taş evler harika. hele birkaçı restore edilmiş, capcanlı renklerle fotoğrafımızı çek diye haykırıyorlar resmen. küçük bir köy. girişte çay bahçeleri var. çınar altında ev yapımı limonata ve karadut suyu içmek köyden aldığınız tadı daha da arttırıyor. hemen sağda küçük bir dükkan var. satılan tüm ürünler zeyin ağacından yapılmış. nasıl güzel zeytin zeytin kokuyor... ben o kadar güzelini hiçbir yerde bulamayacağıma emin olduğum bir servis standı aldım oradan. e tabi birde zeytin ağacından adatepe magneti :) adatepeyi bitirdik ve YEŞİLYURT' a geçtik.

YEŞİLYURT' ta çok güzel. buranın farkı çok fazla pansiyon ve otel olması. ama evlerin orijinalliği neredeyse hiç bozulmamış. bu zamana kadar gördüğüm en güzel kapılar oradaydı.
şuna bakar mısınız? müthiş... evimin her kapısı bundan olsun.. evet evet hepsini bundan istiyorum :/

 KÜÇÜKKUYU' ya bakmadan gitmeyelim dedik. ama bence marinasına inmeye çok da gerek yok. bunun yerine ADATEPE ya da YEŞİLYURT' ta daha fazla vakit geçirilebilir. küçükkuyudan doğumgünü sebebiyle pastamızı kurabiyelerimizi aldık konuk evimize çıktık. eşim ben ve evin işletmecisi dağın ortasında, o güzel bahçede, ferah bol oksijenli havada, kahvelerimizi yudumlarken pastamızıda kestik.. sohbet ettik bolca. çok yüksek fiyatlara satılan, gençlik iksiri olarak kullanılan boynuzlu böceklerden vardı. çok ilginçti... sanırım bir daha göremem o yaratıklardan :) çok böcek var dedim, hani bi çözüm aramadınız mı? cevabını asla unutmayacağım ve artık böyle bir talebim olmayacak hiçbir zaman; "onlar bizim evimizde değil, biz onların evindeyiz." çok doğruydu. çözüm de neydi, kızdım kendime esasında gereksiz sorum sebebiyle :)

sabah harika bir kahvaltı bizi bekliyordu. her şey çok lezzetliydi. unutamayacağımız konuk evinden ayrıldık. KAZDAĞLARIna girme vakti...

milli parka girmek düşündüğümüzden daha zormuş. bir kaç araba olmak lazımmış, rehbersiz asla girilemezmiş vs. ne acı ki giremedik. çok da üzülmedik çünkü kaldığımız konuk evinde gizli yollardan bizi dağa çıkarmışlardı, gezmiştik. o keskin kokuyu unutmanız mümkün değil. o ağaçlar....

dönüşümüzde HASANBOĞULDU  ve SUTÜVEN ŞELALESİ ne uğradık. buz gibi,berrak bir su.. biz bir kısmına kadar gidebildik, yanımızda su için uygun kıyafetler yoktu. ama yüzen çok kişi gördük. şelalelin altına girmek harika olurdu aslında. üst tarafta suyun içinde  piknik masaları var. ayağınız su da mangalınızı yakıyorsunuz, pikniğinizi yapıyorsunuz. boylu boyunca köylü pazarı var. erişteler, tarhanalar ama en çok zeytin ve zetin ürünleri. sanırım 10 kilodan fazla zeytin sabunu aldım. zeytinyağı sabunu değil ama zeytin sabunu. hatta şuan kullandığımın içinde bir adet zeytin çekirdeği kalmış :) sıvı sabunları, duş jellerini, kozmetik ürünlerini bir kenara bıraktım bu sabunları aldıktan sonra. o kadar doğal ki, durduğu yerde ter yapıyor ve yağ damlatıyor. tavsiye ederim deneyin.. bu arada HASANBOĞULDUnun güzel bir de hikayesi var. http://www.kazdaglari.com/kultur/hasan/hasan.html buradan okuyabilirsiniz.

huzur dolu, bol oksijenli unutlumayacak bir geziydi bizim için. her yıl gidilir mi? gidilir. her gittiğinde aynı şeyler yapılır aynı yerde kalınır mı? kesinlikle yapılır, kalınır... mutlaka gidin.. bir gün değil bir hafta kalın.. dinlenin.. kuş sesleriyle uyanın...oksijeninden faydalanın...huzur bulun...

30 Ekim 2013 Çarşamba

bu hafta okunanlar... BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ ve LİMON YAPRAKLARININ KOKUSU

merakım bolca psikolojik tüm eserlere... çok da heyecanlandım esasında kitabın ismini görünce. çünkü "gizli" kelimesi ciddi merak uyandırıyor ve kitabın ilk sayfasını dahi açmadan , kitap hakkında şöyle kısa bir hayal kurmaya sebep oluyor.

ama bu tabiki güzel bir strateji.. benim gibi isminin gizemine kapılıp kaç kişi almıştır kimbilir bu kitabı. orijinal ismi "the other side of the couch" kitabın.. ama ntv yayınları alın demiş, içi bambaşka ama benim koyduğum isim bile yeter sana...he evet bi de fotoğrafta da görüldüğü üzere "en sıradışı vakalar" gibi çok iddialı bir kelime öbeği de var orada..yani beklenti ne yöndeyse sonuçta ona paralel şekilleniyor ya insanoğlunda..

benim hayal ettiğim enteresan vakalardı, hani aksiyonlu maksiyonlu, şaşırtmacalı kandırmacalı.. okurken sıkıldım esasında, sanki yazarın kendi başarılarını anlattığı bir anı defteri. esasında niyet o belli ki ama işte ben türkçe ismine bakarım okuduğum kitabın, bende hissettirdiği o heyecanı arar dururum her sayfasında.

sonuç olarak aradığımı bulamadım. ama sonlara doğru bir iki konu ilgi çekiciydi. sanırım içinde bi parça kendimi ve çevremdekilerden birilerini buldum o ilginç gelen konularda. not aldığım bir kaç konu oldu penpe defterime :)

bir de bir psikiyatr olarak bakabiliyosun bir süre hayata :) derdini anlatmaya, tedavi olmaya gittiğin adamların neler hissettiğini de bi parça anlatıyor. kimi zaman ne yapacaklarını bilemediklerini, kararsız kalabileceklerini, heyecanlandıklarını, çaresiz kaldıklarını... çünkü sana her konuda yardım edebilecek bir kişi bi garip bi kişidir. hani garip, başka, üstün, çok üstün... ama yoo normal insanlar :)
"limon yapraklarının kokusu" na bayıldım. nazi toplama kamplarından sağ kurtulabilmiş bir adam Julian, hiçbir şeyden haberi olmayan  hamile Sandra ve yeni dostları Karin-Fredrik çifti...

hala tadı damağımda... heyecanlandım, panik oldum, mutlu oldum, ağladım, öfkelendim..

ilk etapta zorlandım. çünkü anlatım biçimi farklıydı. ilk önce Julian anlatıyor sonra Sandra. öyle güzel ki; Sandranın yaşadığı olayı okuyorsunuz, onun hislerini, tepkilerini  ve "acaba Julian ne yapmış, o nasıl yaşamış olayı, ne hissetmiş" merakıyla hemen Julianın bölümüne geçiyorsunuz.

insanlık var romanda yoğun bir şekilde, yaşlı bir adamın merhameti.. yalnız bir kadın, hem de çok yalnız.. o kadar aç ki ait olmaya...

bir çırpıda bitecek bir kitap... tavsiye edilecek bir kitap.. ama kitapta limon yapraklarının kokusunu bulmak çok zor :/

22 Ekim 2013 Salı

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? MUDURNU (BOLU)

doğum günüm için yaptığımız bir plandı Mudurnu. Bolu ilimizin şirin bir ilçesi. gitmeden internetten araştırdık. beklentimiz biraz yükseldi desem yanlış olmaz sanırım ama gittiğimizde pek de öyle olmadı. çok şirin bir yer, özellikle kaldığımız konağa bayıldık. ancak mudurnu bir günde bitirilebilecek bir yer. ya da belki de biz çok bilip gezemedik. yönlendirilemedik ya da...
kesinlikle görülmesi gereken bir yer. bence ülkemin her yeri görülmeye değer.
biz İzmit'ten yola çıktık, yol çok kötü; değil çok iyi de değil :) ama bizim şanssızlığımız işte Mudurnu'ya girerken yeni asfalt dökülmüş bir yoldan geçtik, yaklaşık  5 km falandı (uyduruyor olabilirim). araba berbat oldu tabi. ama kolay temizlendik :)
cumartesi günü gitmiştik, tesadüf oldu. çünkü internetten araştırdığımda cumartesi günü köy pazarı olduğu ve harika şeyler bulabileceğimizi okumuştum. hatta nacakçı İsmail Kocabey' de sadece cumartesi günleri çarşıda üretim yapıyormuş.
iki konak arasında kaldık ilk başta. biri HACI ŞAKİRLER KONAĞI, diğeri ise FUATBEYLER KONAĞI'ydı. HACI ŞAKİRLER KONAĞI çok eski ve orijinalliği hiç bozulmamış bir konak. ilginç yanları da çoktu. odalarda banyo yok, her katta ortak kullanılan banyo ve tuvaletler varmış ve akşam yemekleri konak sahipleri ve diğer misafirlerle beraber ortak büyük bir masada yeniyormuş. tabi kahvaltı da... ben çok istedim çünkü ilginç gelmişti ancak Kaz Dağları' nda benzer bir yerde konaklamıştık (Kaz Dağları'nı da yazacağım ama sonra :) ). ve orada tahtakuruları yemişti beni :( ama harika harika harika bi yerdi. neyse o sebeple biraz vaz geçtik. biraz vazgeçtik komik oldu ama neyse. sonuç olarak FUATBEYLER KONAĞI'nda kaldık. çok merkezi, hatta pazarın içinden giriliyor. bu sebeple ilk başta bulamadık. konak harikaydı.
fotoğraf eklemek istedim şuan ama yapamadım..en son yüklemeye çalışacağım.
konağın 3. katında kaldık. tavan harikaydı. oymalı bir tavan... evet sitelerde de yazdığı gibi banyolar çok ama çok küçük ama bir gün kaldığımızı düşünürsek çok da zorlamadı açıkçası.
odamıza yerleştik ve kendimizi hemen dışarı attık. köylü pazarı çok güzeldi. keçi peynirleri, yoğurtlar, tarhanalar, erişteler...
pazarı şöyle bir gezip bir kaç şey aldıktan sonra plansız sokaklara girdik. küçük bir yer olduğu için her şeyi bulmanız kolay. ki önümüze hemen ARMUTÇULAR KONAĞI çıktı. Mudurnu' nun en büyük konağı... uzun bir süre izledik.. müthişti... hemen ilerisinde KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ yi bulduk. ufacık, tarih kokan bir cami. benim en çok caminin karşısındaki camları kırık boş konak dikkatimi çekti. yaşanmışlık akıyordu camlarından.
hava kararmadan çarşısına gittik. demirciler çarşısı... burada son bakırcı ustası Mehmet Arıbakır' ın dükkanı var. eski dar sokaklar... insanlar çok samimi...
saat kulesine çıktık, yürünebilir ama biz vakit kaybetmemek için araba ile çıktık. yukarı doğru devam ettiğinizde de Bizans Kalesi çıkıyor karşınıza. ama pek bir şey kalmamış :(
eee karnımız acıktı, peki ne yenir? ERİŞTELİ KAŞIK SAPI :) keş peyniri, ceviz ve eriştenin birleşimi.. değişikti, yenmeli.. bayrama özel cevizli helva çıkarılırmış, denk geldik ve denemiş olduk. bayıldım...
bir kaç yer daha vardı gidilebilecek ama çok cezbetmedi bizi, Abant'a geçtik. gerçekten çok yakın. 15 dakika :)
ama Mudurnu Abant arası geçmek zorunda olduğunuz yol; çok nadir yerlerde görebileceğiniz güzelliklere sahip. işte o 15 dakika büyülüyor sizi... Mudurnu'nun tadı öyle güzel kalıyor ki damağınızda...