23 Aralık 2013 Pazartesi

bu hafta okunanlar... GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN ve KAFASI KIYAK

bu hafta okunanlar olmadı, bu ay okunanlara dönüştü ancak sebebi yalnızca Aret Vartanyan' ın GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN kitabıdır. bitmedi.. bu kitap bitemedi.. bunaldım ,daraldım.. zaten bu ay okuduğum iki kitap da beni okumaktan soğuttu :/
ilk okumaya başladığım KAFASI KIYAK tı. işte şudur;
tamam bu daha kısa sırada bitti ama baya cebelleştik kitapla..yani hani yarım bırakmama adetinden devam ettiren kitaplardan..Luke Rhinehart ismini görünce aldım bi hevesle..zar adamı sevmiştim ben.
bu kitapta belli ki farklı bir şey yapmaya çalışmış ama bu farklı şey benim midemi çok bulandırdı.
Bİ KERE BU KİTAP ÇOK AYIP.kitap ayıp, yazan da ayıpçı :p
kitabı okuduğunuz süre içerisinde kendinizi pis hissediyorsunuz ilk olarak. garip bir his.. uzun süre yıkanmamış ve pis yerlerde yaşıyo gibi. evet yazım açısından başarılı bir durum bu esasında çünkü sizi içine çekmiş oluyor kitabın..yani orada hissediyorsunuz kendinizi..ama orada olmak, olmak istediğiniz şey değil..böyle yaşantılar var mıdır? olmuş mudur? ya da şuan yaşanıyor mudur? ben bilemedim. tiksindim..
tamam erotik bir kitapmış, arkasında yazıyor ve siz bunu bilerek başlıyorsunuz okumaya. ama bu erotikliğin bir parça üstünde sanki.. zaten bu konuda konuşmak da çok mantıklı gelmiyor.. bence zaman kaybı.. kattığı hiçbir şey yok kişiye.. ne güzel bir söz ne başka bir şey (pardon bir kelime öğrenmiştim, çok da hoşuma gitmişti aslında ama unuttum. bu nasıl bir çelişkidir şimdi). (olsun bir kitaptan sadece bir kelime öğrenmek
o kitabın bir şey öğrettiği anlamına gelmez.) (ama BİR şey öğretmekse konu aslında öğretmiş oluyor BİR kelime) her neyse...
aslında kitabı bitirdiğimde çok öfkeliydim ve burayı dolurabilirdim belki ama dediğim gibi GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN uzun bir zaman sürdüğü için kitabı çok da hatırlamıyorum :(
zihnime kazınan saçma sapan olaylar, gerçek dışı manasızlıklar, iğrenç bir seviyede de erotizm..
boşverin.. okumayın.. ya da okuyun da bana hak verin..bana hak vermiyosanız da yoruma yazıverin :p


ikincisi ise GERÇEKTEN YAŞIYOR MUSUN..o da şudur;
ya saçma ama ben Gülben Ergen'de denk gelmiştim Aret Vartanyan'a. güzel konuşuyordu. programa bağlananları gerçekten anlıyordu..yani aynı çerçeveden bakıyor gibiydik. kitabı varmış..bahsettiler..inanılmaz heves ettim.. eşime söyledim..doğum günü hediyelerimden biri olmuştu bu sayede.
evet kişisel gelişim türünde kitap, çok severim, keyif alırım böyle kitapları okumaktan. aslında içinde bi yerlerde kendimi bulmaktan...ama bu kitapta çok yönlendirme olmuş ve bu durum kitabın çok samimiyetsiz gözükmesine sebep olmuş.
şöyle ki; seninle konuşuyor kitapta aret vartanyan. güzel bir tarz olabilirmiş çok zorlamasaymış. detay çok. "haydi sende hisset" baskısı çok. en garibi "şuan gölzerini kapat" kısımları. ya kapat diyor güzel de,kapat dedikten sonra ne yapman gerektiğini yazıyor. aslında ne düşünmemiz gerektiğini söylese ve biz gözlerimizi öyle kapatsak?
bir de çok bilmişliği yoğun hissediyor insan okurken. tabi insanları incelemişsin eğitimini almışsın ama her yaşantı başka öyle değil mi?
güzel sözler var, güzel saptamalar.. kendi mutlaka buluyorsun bi yerinde. ama yeterli gelmiyor. yani rahatsız ediyor okurken bu kitap seni..cümle devrik ama gerçekten kitap onu okuyanı okusa daha keyifli olabilir aslında ;) yani bu kitap için diyelim..
kitap içinde sayfa kıvrıklarım çok. yani güzel cümlelerin bulunduğu satırlar, bir yere not edilmek üzere kıvrılanlar..
ama bir yanlış var bu kitapta..kitleleri etkileme amacı mı? yani bir yerde aret vartanyanı görüp "işte o adam" ya da "işte benim adamım" dememiz mi acaba asıl beklenen? ilginç olan internette araştırdığınızda okuduğunuz yorumlar yazarın başarılı olduğunu gösteriyor bu konuda..büyülenmiş kadınlar var çoğunlukta yorum yapanların arasında.
acaba ben kitap okumayı mı beceremiyorum? hani bu da bi ihtimal..şu sıra hiç mi güzel kitap denk gelmez insana, şöyle ballandıra ballandıra anlatabileceği:/ şuraya şöyle güzel bir kitap yazamadım.. aaa öyle düşünmeyelim.. LİMON YAPRAKLARININ KOKUSUna bayılmıştım ben bi kere ;)
he bi de yazılan mektuplar da nedense çok samimiyetsiz geldi..gerçek dışı gibi..niye saklarsın ki hem yıllar önce bilmem kaçıncı sevgilinin mektuplarını..
GERÇEKTEN YAŞAMAK bu mu acaba aslında?

5 Kasım 2013 Salı

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? KAZDAĞLARI

dünyada oksijen oranının en yüksek olduğu ikinci yer ; KAZDAĞLARI...
burası da temmuz ayında eşimin doğumgünü için seçtiğimiz gezme yerimiz :) efsaneler diyarı... kazdağları' nı görmeyi ok istiyorduk, ben gitmiştim esasında ama beraber gezmek keşfetmek en keyifli yanı. internetten saatlerce araştırdık şöyle güzel istediğimiz gibi bir otel pansiyon gibi bir şey. ama hep sahil şeridinde bulunan oteller vardı internette. kazdağlarında bir gece geçireceksek bu sahilde olmamalıydı fikrimce. eşim uzun uğraşlar sonucu bir yer buldu. İDA KONUK EVİ. ismi cezbetti bile değil mi sizi de.. "ida" çeldi aklımızı, "konuk evi" de sıcacık, tam da aradığımız yer hissini verdi ve aradık. çok ilgiliydiler, tamam yerimizi bulduk :)

ARTUR dan yola çıktık. giderken sağda dönerken solda 2 baca var kazdağlarına yaklaştığınızda, heh oradan sağa kıvrılmak lazım.. yol çok zorlamadı bizi bulma konusunda. zaten girdiğiniz yoldan yukarı devam ettiğinizde karşınıza çıkıyor. girdiğiniz an büyüleniyorsunuz. yani belki de ben tam olarak öyle bir yer hayal ettiğim için o kadar çok beğendim. ama bayıldım. harika... her şey o kadar eski ki... 2 kişi işletiyor, 3 katlı bir bina, kocaman bir bahçe, dağın ortasında, tertemiz hava, teknoloji uğramayı unutmuş bi parça, odalarda televizyon yok, işletmeciler uzun zamandır görmediğiniz ahbaplarınız gibi, dekorasyondaki her parça apayrı güzellikte...müthiş... balkonunuza çıkıyorsunuz sahil ayaklarınızın altında, her taraf ağaç, kuş sesleri, o güzel koku...huzur bulmaya gidin buraya... odalar da çok şirin. kapımızın arkasında taştan ilginç bir kutu ve içi lavanta dolu. bu bile güldürüyor yüzünüzü...bir kaç fotoğraf şart :)
taş değil ahşapmış lavanta kutusu, fotoğrafta farkettim ben de..ne de yalancıyım :)üstteki resim odadan kareler...
sol taraftaki fotoğraflar da bahçeden ve alt kısımdan. bir tane de oda balkonunda poz var..yeşil ile mavinin birleşimi manzaranız. 

bu da bana en şirin gelen yeriydi konuk evinin... ne kadar zıt..ne kadar uyumlu :) bu konuk evi her yıl gideceğimiz ve asla bıkmayacağımız bir yer oldu bizim için. yolunuz kazdağlarına düşerse, ya da geçerseniz yakınlarından mutlaka uğrayın... huzur istiyorsanız asla pişman olmazsınız..
saat çok geç olmadan eşyalarımızı bıraktık ve keşfe çıktık :) 

ilk olarak ZEUS ALTARI na gittik. ilk önce şöyle bir genel bilgi için bir adet fotoğraf :)
yazacaktım vazgeçtim yazmadım, resimde altar ile ilgili her şey yazıyor.

çok güzel bir manzarası var, önü tamamen açık. bu noktada hem adaklar adanır, kurbanlar verilir, hem de gözetleme noktası olarak kullanılırmış. atlar var girişte, isterseniz at ile de gezebiliyorsunuz bu ağaçlarla dolu mekanı. girişte bir çay bahçesivari bir yer var. şirin bir yer. orada mantımızı yedik. güzeldi. ama çok çok da güzel değil. karnımızı doyurduktan sonra aşağıya, ADATEPE ye indik.
ADATEPE çok güzel bir yer. taş evler harika. hele birkaçı restore edilmiş, capcanlı renklerle fotoğrafımızı çek diye haykırıyorlar resmen. küçük bir köy. girişte çay bahçeleri var. çınar altında ev yapımı limonata ve karadut suyu içmek köyden aldığınız tadı daha da arttırıyor. hemen sağda küçük bir dükkan var. satılan tüm ürünler zeyin ağacından yapılmış. nasıl güzel zeytin zeytin kokuyor... ben o kadar güzelini hiçbir yerde bulamayacağıma emin olduğum bir servis standı aldım oradan. e tabi birde zeytin ağacından adatepe magneti :) adatepeyi bitirdik ve YEŞİLYURT' a geçtik.

YEŞİLYURT' ta çok güzel. buranın farkı çok fazla pansiyon ve otel olması. ama evlerin orijinalliği neredeyse hiç bozulmamış. bu zamana kadar gördüğüm en güzel kapılar oradaydı.
şuna bakar mısınız? müthiş... evimin her kapısı bundan olsun.. evet evet hepsini bundan istiyorum :/

 KÜÇÜKKUYU' ya bakmadan gitmeyelim dedik. ama bence marinasına inmeye çok da gerek yok. bunun yerine ADATEPE ya da YEŞİLYURT' ta daha fazla vakit geçirilebilir. küçükkuyudan doğumgünü sebebiyle pastamızı kurabiyelerimizi aldık konuk evimize çıktık. eşim ben ve evin işletmecisi dağın ortasında, o güzel bahçede, ferah bol oksijenli havada, kahvelerimizi yudumlarken pastamızıda kestik.. sohbet ettik bolca. çok yüksek fiyatlara satılan, gençlik iksiri olarak kullanılan boynuzlu böceklerden vardı. çok ilginçti... sanırım bir daha göremem o yaratıklardan :) çok böcek var dedim, hani bi çözüm aramadınız mı? cevabını asla unutmayacağım ve artık böyle bir talebim olmayacak hiçbir zaman; "onlar bizim evimizde değil, biz onların evindeyiz." çok doğruydu. çözüm de neydi, kızdım kendime esasında gereksiz sorum sebebiyle :)

sabah harika bir kahvaltı bizi bekliyordu. her şey çok lezzetliydi. unutamayacağımız konuk evinden ayrıldık. KAZDAĞLARIna girme vakti...

milli parka girmek düşündüğümüzden daha zormuş. bir kaç araba olmak lazımmış, rehbersiz asla girilemezmiş vs. ne acı ki giremedik. çok da üzülmedik çünkü kaldığımız konuk evinde gizli yollardan bizi dağa çıkarmışlardı, gezmiştik. o keskin kokuyu unutmanız mümkün değil. o ağaçlar....

dönüşümüzde HASANBOĞULDU  ve SUTÜVEN ŞELALESİ ne uğradık. buz gibi,berrak bir su.. biz bir kısmına kadar gidebildik, yanımızda su için uygun kıyafetler yoktu. ama yüzen çok kişi gördük. şelalelin altına girmek harika olurdu aslında. üst tarafta suyun içinde  piknik masaları var. ayağınız su da mangalınızı yakıyorsunuz, pikniğinizi yapıyorsunuz. boylu boyunca köylü pazarı var. erişteler, tarhanalar ama en çok zeytin ve zetin ürünleri. sanırım 10 kilodan fazla zeytin sabunu aldım. zeytinyağı sabunu değil ama zeytin sabunu. hatta şuan kullandığımın içinde bir adet zeytin çekirdeği kalmış :) sıvı sabunları, duş jellerini, kozmetik ürünlerini bir kenara bıraktım bu sabunları aldıktan sonra. o kadar doğal ki, durduğu yerde ter yapıyor ve yağ damlatıyor. tavsiye ederim deneyin.. bu arada HASANBOĞULDUnun güzel bir de hikayesi var. http://www.kazdaglari.com/kultur/hasan/hasan.html buradan okuyabilirsiniz.

huzur dolu, bol oksijenli unutlumayacak bir geziydi bizim için. her yıl gidilir mi? gidilir. her gittiğinde aynı şeyler yapılır aynı yerde kalınır mı? kesinlikle yapılır, kalınır... mutlaka gidin.. bir gün değil bir hafta kalın.. dinlenin.. kuş sesleriyle uyanın...oksijeninden faydalanın...huzur bulun...

30 Ekim 2013 Çarşamba

bu hafta okunanlar... BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ ve LİMON YAPRAKLARININ KOKUSU

merakım bolca psikolojik tüm eserlere... çok da heyecanlandım esasında kitabın ismini görünce. çünkü "gizli" kelimesi ciddi merak uyandırıyor ve kitabın ilk sayfasını dahi açmadan , kitap hakkında şöyle kısa bir hayal kurmaya sebep oluyor.

ama bu tabiki güzel bir strateji.. benim gibi isminin gizemine kapılıp kaç kişi almıştır kimbilir bu kitabı. orijinal ismi "the other side of the couch" kitabın.. ama ntv yayınları alın demiş, içi bambaşka ama benim koyduğum isim bile yeter sana...he evet bi de fotoğrafta da görüldüğü üzere "en sıradışı vakalar" gibi çok iddialı bir kelime öbeği de var orada..yani beklenti ne yöndeyse sonuçta ona paralel şekilleniyor ya insanoğlunda..

benim hayal ettiğim enteresan vakalardı, hani aksiyonlu maksiyonlu, şaşırtmacalı kandırmacalı.. okurken sıkıldım esasında, sanki yazarın kendi başarılarını anlattığı bir anı defteri. esasında niyet o belli ki ama işte ben türkçe ismine bakarım okuduğum kitabın, bende hissettirdiği o heyecanı arar dururum her sayfasında.

sonuç olarak aradığımı bulamadım. ama sonlara doğru bir iki konu ilgi çekiciydi. sanırım içinde bi parça kendimi ve çevremdekilerden birilerini buldum o ilginç gelen konularda. not aldığım bir kaç konu oldu penpe defterime :)

bir de bir psikiyatr olarak bakabiliyosun bir süre hayata :) derdini anlatmaya, tedavi olmaya gittiğin adamların neler hissettiğini de bi parça anlatıyor. kimi zaman ne yapacaklarını bilemediklerini, kararsız kalabileceklerini, heyecanlandıklarını, çaresiz kaldıklarını... çünkü sana her konuda yardım edebilecek bir kişi bi garip bi kişidir. hani garip, başka, üstün, çok üstün... ama yoo normal insanlar :)
"limon yapraklarının kokusu" na bayıldım. nazi toplama kamplarından sağ kurtulabilmiş bir adam Julian, hiçbir şeyden haberi olmayan  hamile Sandra ve yeni dostları Karin-Fredrik çifti...

hala tadı damağımda... heyecanlandım, panik oldum, mutlu oldum, ağladım, öfkelendim..

ilk etapta zorlandım. çünkü anlatım biçimi farklıydı. ilk önce Julian anlatıyor sonra Sandra. öyle güzel ki; Sandranın yaşadığı olayı okuyorsunuz, onun hislerini, tepkilerini  ve "acaba Julian ne yapmış, o nasıl yaşamış olayı, ne hissetmiş" merakıyla hemen Julianın bölümüne geçiyorsunuz.

insanlık var romanda yoğun bir şekilde, yaşlı bir adamın merhameti.. yalnız bir kadın, hem de çok yalnız.. o kadar aç ki ait olmaya...

bir çırpıda bitecek bir kitap... tavsiye edilecek bir kitap.. ama kitapta limon yapraklarının kokusunu bulmak çok zor :/

22 Ekim 2013 Salı

Nerede kalınır? Ne yenir? Nereler gezilir? MUDURNU (BOLU)

doğum günüm için yaptığımız bir plandı Mudurnu. Bolu ilimizin şirin bir ilçesi. gitmeden internetten araştırdık. beklentimiz biraz yükseldi desem yanlış olmaz sanırım ama gittiğimizde pek de öyle olmadı. çok şirin bir yer, özellikle kaldığımız konağa bayıldık. ancak mudurnu bir günde bitirilebilecek bir yer. ya da belki de biz çok bilip gezemedik. yönlendirilemedik ya da...
kesinlikle görülmesi gereken bir yer. bence ülkemin her yeri görülmeye değer.
biz İzmit'ten yola çıktık, yol çok kötü; değil çok iyi de değil :) ama bizim şanssızlığımız işte Mudurnu'ya girerken yeni asfalt dökülmüş bir yoldan geçtik, yaklaşık  5 km falandı (uyduruyor olabilirim). araba berbat oldu tabi. ama kolay temizlendik :)
cumartesi günü gitmiştik, tesadüf oldu. çünkü internetten araştırdığımda cumartesi günü köy pazarı olduğu ve harika şeyler bulabileceğimizi okumuştum. hatta nacakçı İsmail Kocabey' de sadece cumartesi günleri çarşıda üretim yapıyormuş.
iki konak arasında kaldık ilk başta. biri HACI ŞAKİRLER KONAĞI, diğeri ise FUATBEYLER KONAĞI'ydı. HACI ŞAKİRLER KONAĞI çok eski ve orijinalliği hiç bozulmamış bir konak. ilginç yanları da çoktu. odalarda banyo yok, her katta ortak kullanılan banyo ve tuvaletler varmış ve akşam yemekleri konak sahipleri ve diğer misafirlerle beraber ortak büyük bir masada yeniyormuş. tabi kahvaltı da... ben çok istedim çünkü ilginç gelmişti ancak Kaz Dağları' nda benzer bir yerde konaklamıştık (Kaz Dağları'nı da yazacağım ama sonra :) ). ve orada tahtakuruları yemişti beni :( ama harika harika harika bi yerdi. neyse o sebeple biraz vaz geçtik. biraz vazgeçtik komik oldu ama neyse. sonuç olarak FUATBEYLER KONAĞI'nda kaldık. çok merkezi, hatta pazarın içinden giriliyor. bu sebeple ilk başta bulamadık. konak harikaydı.
fotoğraf eklemek istedim şuan ama yapamadım..en son yüklemeye çalışacağım.
konağın 3. katında kaldık. tavan harikaydı. oymalı bir tavan... evet sitelerde de yazdığı gibi banyolar çok ama çok küçük ama bir gün kaldığımızı düşünürsek çok da zorlamadı açıkçası.
odamıza yerleştik ve kendimizi hemen dışarı attık. köylü pazarı çok güzeldi. keçi peynirleri, yoğurtlar, tarhanalar, erişteler...
pazarı şöyle bir gezip bir kaç şey aldıktan sonra plansız sokaklara girdik. küçük bir yer olduğu için her şeyi bulmanız kolay. ki önümüze hemen ARMUTÇULAR KONAĞI çıktı. Mudurnu' nun en büyük konağı... uzun bir süre izledik.. müthişti... hemen ilerisinde KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ yi bulduk. ufacık, tarih kokan bir cami. benim en çok caminin karşısındaki camları kırık boş konak dikkatimi çekti. yaşanmışlık akıyordu camlarından.
hava kararmadan çarşısına gittik. demirciler çarşısı... burada son bakırcı ustası Mehmet Arıbakır' ın dükkanı var. eski dar sokaklar... insanlar çok samimi...
saat kulesine çıktık, yürünebilir ama biz vakit kaybetmemek için araba ile çıktık. yukarı doğru devam ettiğinizde de Bizans Kalesi çıkıyor karşınıza. ama pek bir şey kalmamış :(
eee karnımız acıktı, peki ne yenir? ERİŞTELİ KAŞIK SAPI :) keş peyniri, ceviz ve eriştenin birleşimi.. değişikti, yenmeli.. bayrama özel cevizli helva çıkarılırmış, denk geldik ve denemiş olduk. bayıldım...
bir kaç yer daha vardı gidilebilecek ama çok cezbetmedi bizi, Abant'a geçtik. gerçekten çok yakın. 15 dakika :)
ama Mudurnu Abant arası geçmek zorunda olduğunuz yol; çok nadir yerlerde görebileceğiniz güzelliklere sahip. işte o 15 dakika büyülüyor sizi... Mudurnu'nun tadı öyle güzel kalıyor ki damağınızda...

n'olmuş?

merhaba..
artık tarafımdan denenen her şey burada...
e o zaman hadi bana kolay gelsin :)